Erkeklerde Kısırlık Nedenleri

Erkekler kadınlarla kıyaslandığında çok duygusal değiller. Ancak söz konusu kısırlık olduğunda, erkekler de bir hayli hassaslaşabiliyor. Çocuğu olmayan çiftlerin %30 – 50’sinde problemin erkekten kaynaklandığı düşünüldüğünde haksız da sayılmazlar.

Her kültürün kendine özgü klasikleri vardır. Bizim kültürümüzün en önemli klasikleri arasında yeni evlenen çiftlere ‘Eee, çocuk ne zaman olacak?’ sorusunu sormak yer alıyor. Çocuksuz geçen bir kaç yılın ardından artık yakın çevrede ‘Galiba çocukları olmuyor’ sesleri yükselmeye başlar. Bundan en çok mağdur olansa yine kadınlar. Çünkü bir çifttin çocuğu olmuyorsa önce kadın şüpheli duruma düşer. Oysa çocuğu olmayan çiftlerde problem %30 – 50 erkekten kaynaklanır.

Erkekteki bu problemlerin nedeni %30 – 40 olguda açıklanamaz. Sperm kalite ve sayısındaki bozuklukların nedeni bulunamadığında bir takım deneysel ilaç tedavileri uygulanırdı. Ancak bu tedavilerin herhangi bir etkinliğinin olmadığı görüldü.
Mikroenjeksiyon tekniğinin 1992 yılından itibaren uygulanılmaya başlanmasıyla birlikte erkek kısırlığının tedavisinde bir dönüm noktası yaşandı. Bu teknikle şiddetli erkek kısırlığı durumlarında bile yüksek gebelik oranları elde etmek mümkün hale geldi.

Azımsanamayacak bir orana sahip olan erkekteki kısırlık nedenlerini 2 ana grupta toplamak mümkün.
Spermin sayı ve kalitesini etkileyen üretim bozuklukları.
Spermi dışarıya taşıyan kanallardaki tıkanıklıklar.

1. Sperm üretim bozuklukları:
Erkek kısırlığı vakalarında spermin üretim ve olgunlaşma bozuklukları en sık rastlanılan durumdur. Üretim bozukluğu sperm sayısından kaynaklanabilir. Kadın yumurtasının döllenmesini engelleyen sperm hareketlerinin zayıflığı veya sperm şekillerinin (morfoloji) anormalliği ile de ilgili olabilir. Erkeğin sperminin normal kabul edilebilmesi için sayısının en az 20 milyon/ml, hareketli sperm oranının %30 ve yapısal olarak normal sperm oranının %4’ün üzerinde olması gerekir. Sperm değerlerinin yukarıda belirtilenin altında olması halinde doğal yollardan gebelik elde edilmesinde belirgin zorluklar yaşanmaya başlanır. Birçok faktör spermiogenezi (sperm hücrelerinin üretimi ve olgunlaşması) olumsuz yönde etkileyebilir.
Bunlar aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.

İltihabi hastalıklar: Bazı bakteri ve virüsler erkekte yumurtalık iltihabına sebep olur. Yumurtalıklarından iltihabi bir hastalık geçiren erkeklerin yaklaşık %25’inde kısırlık problemi oluşur.
Hormon bozuklukları: Sperm ve erkeklik hormonu olan testosteron hormonunun üretimi beyin sapından salgılanan iki hormon (folicle stimulating hormon ve luteinizing hormon) tarafından kontrol edilir. Bu hormonların salınımına ait bozukluklar erkek kısırlığının %2 – 5’inden sorumludur.
Çevresel problemler: Kanser tedavisi için kullanılan ışın ve ilaçlar sperm üretimini bozabilir.

2. Yapısal bozukluklar:
Spermin üretim yeri olan yumurtalıklardan dışarı çıkmasını engelleyen tam veya kısmi tıkanıklıklar kısırlık nedeni olabilir. Bu tıkanıklıklar doğuştan olabileceği gibi sonradan birenfeksiyona da bağlı olabilir. Yumurtalık bölgesinden geçirilmiş bir cerrahi müdahale de tıkanıklığa yol açabilir.

Kadında Kısırlık Nedenleri

Kuşkusuz her kadın doğası gereği çocuk sahibi olup annelik duygusunu tatmak ister. Ancak günümüzde her 100 çiftten 15’i bu isteğine kavuşabilmek için yardım almak zorunda.

 

Kısırlığın çözümsüz olduğu vakalar enderdir. Ancak erken menopoz ya da erkekte hiç sperm hücresi bulunmaması durumunda yardımcı yöntemlerebaşvurmak anlamlı değil. Bunun dışında kalan kısırlık vakalarında ise sadece çocuk sahibi olma şansının azaldığı söylenebilir.
Tanının konabilmesi için tetkikler ve muayeneler adım adım uygulanır ve uzun zaman alabilir. Bu zaman doktorun problemi iyi anlamasına ve en etkili tedaviye karar vermesine yardım eder. Araştırmalar sonucu bir veya birden fazla kısırlık nedeni bulunabileceği gibi çiftlerin yaklaşık %15’inde kısırlığın nedeni saptanamaz.

Kadındaki en önemli kısırlık sebepleri yumurtlama bozuklukları, endometriozis ve tüplerin hasarlı veya tıkalı olmasıdır.

 

1. Yumurtlama bozuklukları:
Kadında en sık görülen kısırlık nedeni yumurtlama bozukluklarıdır. Yumurtlama (yumurtanın yumurtalıklar dışına atılması) olmaksızın döllenme ve gebelik oluşamaz. Yumurtlama bozukluğu dendiğinde yumurtlamanın hiç olmaması veya düzensiz ve seyrek olması anlamına gelir. Adetlerin seyrek veya hiç görülmemesi çoğu zaman bir yumurtlama bozukluğunu gösterir.Ancak adetlerin tamamen düzenli olduğu durumlarda da yumurtlama bozukluklarına rastlanabilir.
Yumurtlama bozuklukları başlıca üç grupta toplanabilir

 

Yumurtalıklardaki yumurta üretimini uyaran hormonların doğuştan eksikliğine bağlı olarak beyin sapından salgılanamaması: Bu durumda kadında ergenlikten itibaren hiç adet kanaması görülmez

 

Beyin sapından(hipofiz) süt hormonu prolaktinin normalden fazla salgılanması:Bu durum genellikle bu bölgedeki iyi huylu bir tümörün varlığına bağlı olmakla beraber bazen hiçbir neden bulunamaz. İyi huylu tümörlerin cerrahi yollarla çıkarılabilir. Neden bulunamadığı durumlarda çeşitli ilaç tedavileriyle prolaktin seviyeleri düşürülerek yumurtlama normal hale getirilebilir.

 

Polikistik over sendromu: Bu hastalığın tipik formunda genel olarak adetler düzensiz ve seyrektir (yılda 3 – 4 adet). Bazı hastalarda adetler hiç görülmezken diğerlerinde tamamen normal olabilir. Hastalar genellikle şişmanlamaya yatkındırlar. Ciltte ve saçlarda yağlanma, sivilce gibiproblemler sıkça görülür. Yumurtalıklarda normalden fazla sayıda yumurtabulunmakta ve bunlar erkeklik hormonu salgılayarak normal yumurta gelişimini engellemektedir.

 

2. Tüplerin hasarlı ve tıkalı olması:
Tüplerin kısmen veya tamamen tıkalı olması sperm ile yumurtanın buluşmasını engelleyerek döllenme ve gebeliği olanaksız kılar. Tüplerdeki bu hasar geçirilmiş enfeksiyon, endometriozis veya geçirilmiş bir ameliyat sonrası kalan karın içi yapışıklıkları gibi birçok nedene bağlı olabilir. Tüpler bir dış gebelik sonucu da hasara uğrayabilir. Gelişmiş ülkelerde cinsel yollardan bulaşan enfeksiyonlar tüplerdeki hasarın en önemli nedenidir. Ülkemizde çocukluk çağında alınan verem mikrobu da tüplerde geri dönülemez hasar oluşturur.

 

3. Endometriozis
Endometriozis, rahim içini döşeyen dokunun (endometrium) rahim dışında gelişmesine denir. Endometriozis en sık olarak rahimi yerinde tutan bağlara yerleşir. Diğer sık görüldüğü bölgeler ise rahim yüzeyi, tüpler ve yumurtalıklardır. Endometriozis tıpkı rahim içini döşeyen doku gibi hormonlara duyarlı olup adet sırasında kanar. Karın içinde oluşan bu mikro kanamalar zamanla iltihap benzeri yangısal durum oluşturur ve yapışıklıklara sebep olur. Endometriozis yumurtalıklarda yerleştiği zaman kist oluşumuna neden olur. Bu kistlere endometrioma adı verilir.
Endometriozisin en önemli belirtileri adet öncesi ve adet sırasında ağrı, ilişki esnasında veya sonrasında ağrı, düzensiz şiddetli adetler ve kısırlıktır. Daha az görülen diğer belirtiler yorgunluk, adet esnasında bağırsak hareketlerinin şiddetlenmesi. İshal, kabızlık gibi diğer sindirim sistemine ait belirtilerdir. Bunların yanı sıra endometriozis bazı kadınlarda hiçbir belirti vermeyebilir.
Endometriozisi olan kadınların yaklaşık yüzde 50’sinin çocuk sahibi olabilmeleri için tedavi gerekir. Yine kısırlık nedeni ile başvuran kadınların yaklaşık yüzde 25’inde endometriozis saptanır.
4. Rahim ağzına ait problemler:
Rahim ağzındaki yapısal, enfeksiyona ait veya bu bölgedeki salgıya (mukus) ait bozukluklar kısırlık sebebi olabilir. Rahim ağzından salgılanan mukus spermlerin genital yoldan taşınmasını kolaylaştırır. Östrojen ve progesteron hormonları etkisi altında mukusun siklus sırasında miktarı ve niteliği değişir. Polip gibi iyi huylu tümörler veya bu bölgeye uygulanmış olan cerrahi girişimler kısırlığa neden olabilir.

 

5. Alerjik nedenler:
Alerjik nedenler kısırlık nedeni olabilmekle birlikte teşhisleri ve tedavileri zordur. Alerjik neden spermlerde veya mukusta bulunabilir. Antisperm antikorları adı verilen bu alerjik durumların tedavi etkinliği belli değil ve tedavi edilen veya edilmeyenlerdeki gebelik oranları çok farklı değildir. Bu nedenle rutin olarak gerekliliği tartışmalıdır.

 

Kısırlık – İnfertilite Nedir?

Kısırlık – İnfertilite nedir, nedenleri nelerdir ?

İnfertilite, yani istenildiği halde çocuk sahibi olamama pek çok toplumda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tanım olarak, en az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın haftada 2-3 kere girilen cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilmemesi infertilite yani kısırlık olarak adlandırılmaktadır. İnfertilite görülme sıklığı toplumlar arasında büyük farklılıklar göstermez. Tüm dünyada çiftlerin yaklaşık yüzde onbeşi infertilite nedeni yardımla üreme tekniklerine başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu çiftlerin büyük bir kısmında gebe kalamamanın nedenini açıklayacak sebepler bulunabilirken, yaklaşık yüzde 10-12sinde herhangi bir patoloji tespit edilemez. Bu çiftler açıklanamayan infertilite olarak adlandırılırlar.

İnfertilitenin nedenlerini anlayabilmek ve tedavisini planlayabilmek için önce kadında ve erkekte üreme döngüsünün nasıl işlediğini ve gebeliğin oluş mekanizmasını anlamak gerekir.

“Ne zaman çocuk sahibi olmayı planlıyorsunuz ?” sorusu pek çok yeni evli çiftin en çok karşılaştığı sorudur. Aslında bu soru yeni evlenen çiftlerin kendi kendilerine de ilk sordukları soruların başında gelir. Özellikle kadının çalışmadığı, geleneksel aile yapısındaki çiftlerde balayında gebe kalma hayali kuran çok genç çift vardır. Çocuğun ailenin geçimi ve işleri için önemli olduğu, kırsal alanda ise sadece çocuk sahibi olmak için evlenen kadın ve erkekler azımsanamayacak kadar çoktur. Bizim toplumumuz gibi çocuk sahibi olmanın ayrıcalık ve prestij olarak görüldüğü toplumlarda ise infertilite neredeyse hayati öneme sahiptir. Bir başka grup ise, çalışma hayatının zorlukları içinde evlenmeye zaman bulamamış ancak yaşı ilerlediği için bir an önce evlenip çocuk sahibi olmayı düşünen bireylerden oluşur. Tüm bu bireylerin ortak yanılgısı istedikleri anda, hatta belki balayında gebe kalabileceklerini düşünmeleridir. Pek çok sinema filminde ve romanda kahraman tek bir ilişki ile ya da bebek istediği zamanda gebe kalabilirkengerçek hayatta durum bu değildir. Hiçbir sağlık problemi olmayan tamamen normal bir çifti ele aldığımızda, kadının tek bir adet döneminde, her gün ilişkide bulunsalar bile, gebe kalma olasılığı sadece %25dir. Çiftin fertilite potansiyelini gösteren bu durum “fekundite” olarak adlandırılır. İnsan, organizma olarak üreme potansiyeli çok yüksek bir canlı değildir. Bunun pek çok nedeni vardır. Bazı yumurtalar döllenmez, bazıları da döllense bile embriyo döneminde gelişme gösteremez. Gebelik bir anlamda şans işidir. Bunu kabaca Rus ruletine benzetmek mümkündür. Hangi çiftin gebe kalabileceğini, yada hangisinin gebe kalamayacağını önceden tahmin etmek imkansızdır! Tek bir ilişkide %25 olan gebelik elde etme şansı bir yılın sonunda %85e çıkar. Yani bir yıl sonunda her 100 çiftten 85inde gebelik elde edilecektir. Geri kalan 15 çift ise infertilite ile karşı karşıya demektir. Bazı yazarlara göre ise birinci yılın sonunda gebelik olmaz ise, çifte infertil demek doğru değildir. Bunun için 2 yıl beklemek gerekmektedir. Gerçekten de ilk yılın sonunda %85 olan gebelik oranı ikinci yılın sonunda %92 civarında saptanır.

Tek bir adet siklusunda gebe kalma şansı pek çok faktörün etkisi altındadır. Bu faktörleri inceleyecek olursak

Kadının yaşı: Biyolojik saat ilerledikçe kadının gebe kalma şansı giderek azalır. Bunun enönemli nedeni yaş ile birlikte yumurtalıklardaki yumurta sayısı ve kalitesinin azalmasıdır. 20 yaşında bir kadın ile 21 yaşındakinin gebe kalma olasılıkları arasındaki fark çok büyük değilken 30lu yaşlarda bu fark daha fazla anlam kazanır.

Cinsel ilişki sıklığı: Cinsel ilişki sıklığı açısından normal ya da anormal diye bir sınıflamayapmak doğru değildir. Önemli olan ilişki sayısının az ya da çokluğu değil yeterliliğidir. Bunun için optimum sayı haftada 3 ilişkidir.

Zamanlama : Cinsel ilişki sıklığının yanı sıra ilişkinin zamanlaması da önemlidir. Yumurtlamanın olduğu günlerde girilecek olan ilişki, gebelik olasılığını arttıracaktır.

Süre:Çiftin ne kadar zamandır çocuk istediği önemli bir noktadır. Gebe kalmaya uğraşan çiftlerde aradan geçen süre uzadıkça, tıbbi yardım almadan başarılı bir gebelik elde etme olasılığı da o ölçüde azalmaktadır.

Patoloji: İnfertiliteye neden olabilecek bir patolojinin varlığı da gebelik şansını azaltır. Bunlara en güzel örnek geçirilmiş ameliyatlar ya da endometriozisdir.

Eğer bir çiftte fertilite problemi varsa bu gebeliği nasıl etkiler? Gebe kalma pek çok faktörün etkisi altındadır. Örneğin sperm sayısı olması gerekenin yarısı kadar olan birerkek ve normal bir kadından oluşan çiftte gebelik şansı yarı yarıya azalır. Gebeliği etkileyen her faktör için durum böyle değildir. Örneğin kadında her iki tüpün de tıkalı olduğu durumlarda gebelik şansı neredeyse yok gibidir. Benzer şekilde testislerinde sperm üretimi olmayan ya da spermleri testisten dış dünyaya taşıyan kanalların fonksiyon görmediği erkeklerin de doğal yollardan çocuk sahibi olmaları büyük sürpriz olur. Bu açıdan bakıldığında çocuk isteği ile hekime müracaat eden çiftlerde hem erkek hem de kadın detaylı olarak incelenmelidir. Çiftin her ikisinde de problem olduğunda gebelik şansı bunların toplamı ölçüsünde değil çarpımı ölçüsünde azalır. Eğer insan ömrü 300-400 yıla çıkarılabilse ve bu süre zarfında kadından yumurta, erkekten de sperm üretimi sağlanabilse, açıklanamayan infertilite vakalarının tamamına yakını gebe kalabilirdi. Bu durum infertilitede zamanın önemini açıkça ortaya koyan bir olgudur. Gebelik olasılığı arttırılmalıdır ve bu da ancak tıbbi tedavi ile mümkün olmaktadır.

Ne zaman endişelenmeli, ne zaman hekime gitmeli ?

Eğer bir yıldan uzun bir süredir ovülasyona denk gelen günlerde 2-3 günde bir düzenli olarak cinsel ilişkide bulunuyorsanız ve herhangi bir korunma yöntemi uygulamadığınız halde gebe kalamadıysanız infertil sınıfına giriyorsunuz demektir. Bu asla normal yollardan gebe kalamazsınız demek değildir ancak istatistiksel anlamdan bakıldığında şans azalmış olmaktadır. Artık tıbbi yardıma ihtiyacınız vardır. Bu yardım için belirli ve kesin bir zaman yoktur. Bebek sahibi olmamanız sizi endişelendirmeye başladığında bir jinekoloğa gitmelisiniz. Pek çok çift infertiliteyi çekinecek hatta utanacak bir durum olarak görür ve kendilerini yalnız hissederler. Oysa durum bu derece kötü değildir. Tüm dünyada pek çok çift aynı problemi yaşamaktadır ve bunları önemli bir kısmı çok basit tedavilerle gebe kalabilmektedir. Burada çiftleri kısıtlayan infertilitenin her zaman önemli bir problem olmasına rağmen acil olmamasında yatmaktadır. Genelde kişiler doktora gitmeyi herhangi bir bahanenin arkasına saklayarak ertelemekte ve sürekli gelecek ay demektedirler. Oysa hayatta zaman dışında her şeyin telafisi mümkündür.

Bazı durumlarda ise hekime müracaat etmeden önce 1 yıl beklemek gereksizdir.

Çok sık ya da seyrek adet görmek
Geçirilmiş pelvik enfeksiyon öyküsü
2’den fazla sayıda düşük
Kadın yaşının ileri olması
Erkekte testislerin küçük olması
Prostat enfeksiyonu öyküsü.

varsa vakit kaybetmeden profesyonel bir yardim ya da öneri almak için girişimde bulunmak akıllıca olacaktır.

Hekime başvurmadan önce bazı basit önlemler ile üreme potansiyelinizi arttırabileceğinizi aklınızdan çıkartmayın. Bu önlemlerin en başında gelenlerden birisi vücut ağırlığı, diyet ve egzersiz arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Uygun diyet ve egzersiz optimal üreme fonksiyonu için son derece önemlidir. Düşük kilolu ya da aşırı şişman kadınlar gebe kalmada güçlükler yaşayabilirler. Kadınlık hormonu olan östrojenin büyük kısmı yumurtalıklarda üretilir. Ancak yağ dokusu da küçümsenemeyecek bir östrojen kaynağıdır. Döllenme olayı hassas hormonal dengelerin rol aldığı karmaşık bir olaydır. Bu olayın başarı ile sonuçlanabilmesi için stabil bir hormonal durum gereklidir. Bu nedenle az ya da fazla kiloların infertiliteye neden olabilmesi şaşırtıcı bir durum değildir. Normalin %10-15 altında ya da üstünde olan vücut ağırlığı üreme sistemini kökten etkileyebilir. Bunun en güzel örneği beslenme bozukluğu olan aşırı zayıf kişilerde adet kanamalarının düzensiz oluşudur. Bu düzensiz kanamalar genelde anovülasyon yani yumurtlamanın olmaması ile bir arada seyreder. Maraton koşucuları, yüzücüler gibi ağır sporlar ile uğraşan kadınların pek çoğunda adet düzensizlikleri ve dolayısı ile infertilite sorunu mevcuttur.

Fertilite üzerinde etkili bir başka faktör de sigara ve alkoldür. Sigara erkeklerde sperm sayısını azaltırken kadınlarda da yumurta kalitesini bozar. Benzer şekilde alkolde sperm sayısı üzerinde olumsuz rol oynadığı tespit edilen bir maddedir.

Değişik hastalıklar için kullanılan ilaçlar da fertiliteyi etkiler. Özellikle ülser ve tansiyon ilaçlarının sperm sayıları üzerine etkili olduğu bilinmektedir. Kafein alımının azaltılması ise konsepsiyon şansını arttırır.

Cinsel ilişki sıklığı üreme yeteneğini direk etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. İlişki ne kadar sık olursa gebelik şansı o derece yüksek olur. Burada kastedilen her gün girilen ilişki değildir. Bu sperm sayı ve kalitesini azaltır. İdeal olan ovülasyona yakın günlerde gün aşırı ilişkiye girmektir. Günümüzde hem erkeğin hem de kadının çalışma hayatı içinde olması, mesleki stresler ve kaygılar nedeni ile cinsel güdülerde ve istekte azalma çoğu çiftin ortak yakınmasıdır. Bu nedenlerle ilişki daha ziyade hafta sonları olmaktadır. Doğal olarak bu çiftlerin gebelik elde etmesi gecikecek ve büyük olasılıkla çift infertilite nedeni ile hekime başvurmak zorunda kalacaktır.

İlişkinin sıklığı yanı sıra zamanlaması da son derece önemlidir. İnsan dışında hemen hemen bütün canlılar yumurtlama dönemini bilirler. Östrus ya da kızgınlık dönemi olarak adlandırılan bu devrede cinsel istekleri artar ve çiftleşirler. Hatta kedilerin bu özelliği pek çok espiriye de konu olmaktadır. Oysa insanlarda durum farklıdır. Kadında belirgin bir kızgınlık dönemi yoktur ve pek çok kadın yumurtlama dönemini fark edemez. Çeşitli yöntemler ile kadının adet düzeni saptanır ve ovülasyon dönemi tespit edilebilir. Fertil dönem denilen gebe kalma olasılığının yüksek olduğu dönemde bu nedenle gün aşırı ilişki önerilir.

Cinsel ilişki ve fertilite arasındaki bağ ile ilgili son nokta uygun şekilde ilişkide bulunmaktır. Doğada çok değişik hayvan türleri vardır ve bunların her biri soyunu devam ettirmek için farklı mekanizmalar geliştirmiştir. Örneğin domuzlar sperm açısından çok cimridirler. Erkeğin penisi spiral şeklindedir ve dişinin vajinasına adeta vidalanır. Bu sayede tek bir sperm bile boşa gitmez. İnsanlarda bu tarz mekanizmalar mevcut değildir. Gerçekte bu tür tekniklere gerek de yoktur. İlişki sonrası semenin vajina dışına kaçması son derece normaldir. Pek çok kadın bunu gebelik şansı açısından olumsuz bir faktör olarak yorumlamakla birlikte gerçek bu değildir. Semenin dışarı gelmesi ilişkinin uygun şekilde yapıldığının göstergesidir. Çocuk isteyen çiftlerde genelde önerilen erkeğin üstte olduğu pozisyonlardır. İlişki sonrası kadının en az 5 dakika sırt üstü yatması ve vajinal duştan kaçınması da diğer öneriler arasındadır. İlişki esnasında kayganlığı sağlamak amacı ile kullanılan yapay maddeler spermler üzerinde ölümcül etki yaratabileceğinden önerilmemektedir. Çok gerek duyuluyor ise petrol bazlı olanlar yerine sıvı parafin tercih edilmelidir.

İnfertiltenin geçmişe göre daha sık görülmesinin nedenlerinden biriside kadınların çalışma hayatı içinde daha fazla yer almalarıdır. Çoğu kadın çocuk sahibi olmak için işinde yükselmeyi beklemekte bu nedenle de yaşı ilerlemektedir. Yine pekçok işveren -ki buna çok büyük holdingler de dahildir- işe alacakları bayan personele belirli bir süre gebe kalmama kısıtlaması getirmektedir. Zaman geçtikçe kadının üreme potansiyeli azalmakta ve dolayısı ile infertilite daha sık karşımıza çıkmaktadır. Aslına bakılırsa bebek sahibi olmak için en uygun zaman diye birşey sözkonusu değildir. Kadının üreme potansiyeli 20-30 yaş arasında zirvededir. 30 yaştan sonra azalan bu potansiyel 35 yaşından sonra keskin ve hızlı bir düşüş gösterir. Bebek sahibi olmak için en uygun zaman oldukça kişisel bir karardır. Ancak çeşitli nedenler ile çocuk sahibi olmayı geciktiren ya da geciktirmeyi düşünen şiftlerin karşısında başka bir problem daha vardır: Sosyal baskılar. Hemen her toplumda özellikle aile büyükleri biran önce torun sahibi olmak için baskı kurma eğilimindedirler. Medyada yer alan ve çiftlerin biran önce bebek sahibi olmasını öneren yazılar da benzer şekilde baskı unsurudur. Tüm bu faktörlerin etkisi ile yeni evli ya da uzun süre etkili yöntemlerle korunmuş çiftler daha infertilite sınıfına girmedikleri halde sırf kadın 30 yaşına geldi diye doktor, doktor dolaşabilmektedirler.

Üreme potansiyeli azalıyor mu? 
Bu soru hem konu ile ilgilenen hekimlerin hem de olayla direk ilgili olan çiftlerin cevabını aradığı sorulardan biridir. Cevap kesin değildir ancak muhtemelen önerme doğrudur. Kadının evlenme yaşının artması, cinsel özgürlük ile birlikte cinsel yolla bulaşan hastalık oranlarındaki yükselme, nedeni bilinmemekle birlikte erkekte sperm sayısındaki global azalma bu durumun nedeni olabilir. Sperm sayılarındaki azalma ilginç bir global gözlemdir. Gerçekten de son 15-20 yılda tüm dünyada yaygın olarak sperm sayılarında bir azalma eğilimi dikkati çekilmektedir. Bu durumun çevresel kirlenmeden mi yoksa modern yaşamın yüklediği stresten mi kaynaklandığı belli değildir. Sevindirici olan ise üreme potansiyeli üzerindeki bunca olumsuzluğa karşın, yardımla üreme tekniklerindeki gelişmeler ve buna bağlı olarak artan başarı oranlarıdır. Yine modern insanın infertiliteyi tabu olmaktan çıkarması ve tedavi alternatiflerini bilinçli bir şekilde değerlendirmesi de kayda değer bir ilerlemedir.

Karşılaşılan Sorunlar

Tedavinin iptal edilmesi:

Hastaların tedaviye beklenen yanıtı vermemesi, yeterli sayıda follikül gelişmemesi veya aşırı yumurtalık yanıtı gibi durumlarda tedavi iptal edilebilir. 

Yumurta bulunamaması: 

Özellikle yaşı ileri ve yumurtalık rezervi düşük kadınlarda folliküller yeterli büyüklüğe ulaşmasına karşın yumurta toplama işlemi sırasında hiç yumurta bulunamayabilir. 

Döllenmenin olmaması: 

Yumurta ve spermler normal olmasına karşın bazı yumurtalarda döllenme gerçekleşmeyebilir. Meni spermi kullanıldığında döllenme oranı % 75 civarındadır; bu oran TESE sperminde %55-60 civarındadır. Özellikle olgun yumurta sayısı az olan olgularda döllenme olmamasına bağlı hasta embriyo transferine ulaşamayabilir. 

Transfer zorluğu: 

Çok nadiren kadının genital organlarının anatomik yapısı nedeniyle transfer çok zor olabilir. Bu gibi durumlarda gebelik şansı düşmektedir. 

Sperm bulunamaması: 

TESE uygulanan hastaların % 45-50’inda sperm bulunamaz ve tedavi iptal edilmek zorunda kalınır. 

Gebelik testi öncesi kanama: 

Test gününden önce kanaması olanlarda gebelik şansı düşmekle birlikte gebelik olmadığı anlamına gelmez. 

Ovarian Hiperstimülasyon sendromu (Aşırı Uyarım Sendromu; OHSS) 

OHSS tüp bebek tedavisinin en önemli komplikasyonudur. Genellikle polikistik over sendromlu kadınlarda ortaya çıkar. Şiddetli formunun oluşma olasılığı % 1-3 civarındadır. Yumurtalıkları uyarmak amacı ile kullanılan ilaçlara aşırı cevap alınması sendromuna zemin hazırlar. Yumurtalıkların uyarılması sırasında kabul edilebilecek sayıda yumurta uyarılması ile aşırı uyarılma arasında ince bir çizgi vardır. Her zaman doz ayarlaması mümkün değildir. Aşırı uyarılma olduğu zaman yumurtalık uyarıcı ilaçların dozunun azaltılması ve gerektiğinde bir gün veya daha uzun bir süre ilaç verilmemesi sonucunda estrojenin aşırı yükselmesini engellenir. Sendrom yumurtaların toplanması öncesindeki hCG enjeksiyonu (Pregnyl, Profazi, Choragon, Ovitrelle) verilmediği durumlarda ortaya çıkmaz. Gebelik oluşması sendromun daha şiddetli gelişmesine neden olur. 

Başlıca belirtileri: 

Yumurtalık boyutlarında artma 

Karın ağrısı, şişkinlik hissi, nefes darlığı, idrar miktarında azalma 

Karın boşluğunda sıvı toplanması 

Pıhtılaşma bozuklukları 

Göğüs boşluğunda sıvı toplanması 

Sendromun engellenmesi: 

Yumurta toplama işlemi iptal edilebilir ve bu durumda hastalık tablosu gelişmez. Yumurta toplam işleminin iptali istenmediği durumda ise, çatlatıcı iğne gününden itibaren Dostinex tedavisi (8 gün, günde 1 tablet ağızdan) planlanabilir. 

Tedavi: 

Sendromun hafif olan şeklinde hastaneye yatış gerekmez. Tuz ve sıvı kısıtlaması önerilir. Günlük kilo ve karın çevresi ölçümleri önemlidir. Karın çevresinde bir günde 3 cm daha fazla artış olması, vücut ağırlığının bir günde 2 kg dan fazla artması, idrar miktarında azalma, nefes darlığı gibi yakınmaların ortaya çıkması durumunda doktora haber verilmelidir. 

Sendromun şiddetli olması durumunda hastaneye yatarak tedavi gerekir. Bu sırada serum verilmesi ve karında biriken sıvının iğne ile boşaltılması (parasentez) hastalığın seyrini iyi yöne doğru çevirir. Bazı durumlarda hastanede kalış süresi 2-3 haftaya kadar uzayabilir. Bu dönemde 10-15 defa parasentez yapılması gereken olgular bildirilmiştir. 

Sendrom gebe kalmayan kadınlarda kısa süre içinde geriler. Ancak gebe kadınlarda süreç uzayabilir.

Sorular ile Tüp Bebek

1. Kadınların doğurganlığını etkileyen faktörler nelerdir? 

En önemli faktör yaştır. Kadın yaşı arttıkça gebe kalabilme şansı azalır. 44 yaşından sonra pratik olarak gebelik şansı ihmal edilebilecek kadar azdır. Daha önce geçirilmiş cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, yumurtalık ve tüpleri etkileyen enfeksiyonlar da gebelik şansını olumsuz olarak etkiler.

2. Kadınlar ne sıklıkla jinekolojik muayene olmalılar? 

Cinsel olarak aktif olan kadınlarda jinekolojik muayeneler her yıl yapılmalıdır. Bu muayeneler ile beraber rahim ağzı kanseri taraması için PAP testi (smear) de yapılmalıdır.

3. Miyomlar ve tüplerin tıkalı olması hamileliği etkiler mi? 

Miyomlar rahim iç tabakasına yani bebeğin gelişeceği yere baskı yapıyorsa gebelik şansını etkiler. Rahim duvarından dışarı doğru büyümüş olan miyomlar ise çok büyük olmadıkça gebelik şansını etkilemezler. Tüplerin tıkalı olması ise gebelik oluşumunu imkânsız kılar.

4. Düzenli bir beraberliğe rağmen çocuk sahibi olamayan çiftler, ne zaman tedaviye yönelmeliler? 

Kadın yaşı 35’in altında ve öyküde gebelik oluşumunu etkiyebilecek herhangi bir problem yoksa 1 yıl, yaş 35’nin üzerinde veya geçmişte gebelik oluşumunu etkiyebilecek bir problem varsa 6 ay sonra inceleme ve tedavi başlanmalıdır.

5. Tüp bebek kaç yaşına kadar uygulanabilir? İleri yaştaki hastalar ne kadar beklemeli? 

Tüp bebek 45 yaşına kadar uygulanabilir. Ancak 40 yaşından sonra şansın azaldığı bilinmelidir.

6. Mikroenjeksiyon nedir? 

Mikronenjeksiyon tek bir spermin yumurta içine zerk edilerek döllenmenin sağlandığı bir tüp bebek yöntemidir.

7. Tüp bebek nedir? 

Mikroenjeksiyondan farklı olarak spermler belirli bir sayıda yumurtanın çevresine bırakılır ve spermlerden bir tanesi yumurtanın içine kendiliğinden girer.

8. Mikroenjeksiyonun tüp bebek yönteminden farkı nedir? 

Mikroenjeksiyonda bir sperm direkt olarak yumurta içine özel bir cihaz (mikromanipülatör) aracılığı ile enjekte edilerek döllenmeye yardımcı olunur.

9. Tüp bebek veya mikroenjeksiyon kimlere uygulanır? Nasıl uygulanır? 

Gebe kalamayan ve klasik tedavi yöntemlerinin etkisiz olduğu durumlarda bu yöntemler uygulanır.

10. Tüp bebek tedavisi hangi aşamalardan oluşmaktadır? 

Yumurtalıkların uyarılması, yumurta toplanması, yumurtaların sperm ile döllenmesi, ve döllenmiş yumurtaların nakli (embryo transferi) aşamalarından oluşur.

11. Sperm tetkikinde sperm sayısının çok az olması veya sperm bulunmaması durumunda ne yapılmaktadır? 

Sperm sayısı az ise mikroenjeksiyon yapılır. Menide hiç sperm olmaması durumlarında ise testis içinde cerrahi olarak sperm aranması gerekir.

12. Yumurta nasıl toplanır? Ağrılı bir işlem midir? 

Vajinal ultrason ile yumurta toplanır. Ağrılı bir işlem değildir. Kliniğimizde biz tüm tüp bebek uygulamalarında yumurta toplamada hafif genel anestezi kullanmaktayız.

13. Yumurta toplama işlemi sonrasında kişi kendini nasıl hisseder? 

Genellikle işlemden bir süre sonra evine gidebilir ve hatta aynı gün öğleden sonra işine dönebilir.

14. Bu tedaviler sonucu yumurtalık rezervi tükeniyor mu? 

Yumurtalıkların tüp bebek amaçlı uyarılması rezervi azaltmaz.

15. Her yumurta döllenir mi? 

Yumurtaların döllenmesi için olgun ve yapısal olarak normal olmaları gerekir. Her yumurta döllenmeye müsait değildir. Döllenen her yumurta ise sağlıklı bir embryo haline dönüşmez.

16. Yumurtalar döllendikten sonra embriyolar rahim içine nasıl yerleştirilir? 

Embriyo transferi basit bir işlemdir. Rahim ağzından ince bir plastik katater ile ultrason eşliğinde rahim içine yerleştirilir.

17. Transfer sonrası arta kalan embriyo olur mu? Olursa bunlara ne yapılır? 

Transfer sonrası arta kalan kaliteli embriyolar dondurularak saklanabilir.

18. Embriyo seçimi nasıl yapılır? Çoğul gebelik nasıl önlenebiliyor? 

Bayan yaşı, embriyo kalitesi, uygulama sayısı ve dondurulacak embriyo varlığına göre seçim yapılır. 6. Mart. 2010 tarihinde yürürlüğe giren yönetmelik ile transfer edilen embriyo sayısına 1-2 ile yasal sınırlama getirilmiştir.

19. Transfer sonrası istirahat edilmeli mi? 

İstirahatın faydası gösterilmiş değil. Normal yaşama devam edilmesini öneriyoruz.

20. Transferden sonra kişi normal aktivitelerine ne zaman döner? 

Cinsel yaşam ve spor dışında normal aktivitelere transfer sonrasında hemen dönebilir.

21. Kişinin cinsel yaşamını etkiler mi? 

Gebelik testi gününe kadar ilişki önermiyoruz ancak bu da etkinliği kanıtlanmış bir uygulama değil.

22. Tüp bebek tedavisinde kullanılan hormon ilaçları kanser riskini artırır mı? Bu ilaçların yan etkileri var mı? 

Kanser riskinde artış söz konusu değil. Yumurtalıkların aşırı uyarılması (hiperstimulasyon) en önemli risktir.

23. Bu tedaviler sonucu dış gebelik olur mu? 

Dış gebelik olasılığı %1–3 civarındadır. Hem rahim içinde hem de dışında olma olasılığı ise %0.5 tir. Buna heterotopik gebelik denir.

24. Dondurulmuş embriyodan elde edilen gebelik sonuçları nasıldır? 

Bu oranlar merkezden merkeze çok değişir. Tüp Bebek Merkezimizde biz %45–50 civarında bir gebelik oranı elde ediyoruz.

25. Dondurulmuş embriyo ile normal tüp bebek yöntemiyle doğmuş bebekler arasında sakatlık riski farkı var mı? 

Fark yoktur.

26. Çiftlerin her ikisinde de tıbbi bir sorun olmadığı halde gebelik elde edilemiyorsa nasıl bir yol izlenir? 

Tüp bebek ile gebelik olmaması durumunda detaylı bir araştırma yapılmalıdır. Eğer gebeliği engelleyecek bir neden bulunursa tedavi edilmelidir. Ancak çoğu zaman belirgin bir neden bulunmamaktadır.

27. Tüp bebek tedavisi ne kadar sürer? 

Tedavinin başından gebelik testi gününe kadar yaklaşık 30 gün sürer.

28. Tüp bebek gebeliklerinde düşük riski daha mı yüksektir? 

Düşük riski daha yüksek değildir.

29. Tüp bebek kaç kez denenebilir? 

Üç denemeden sonra gebelik şansı düşer. Daha sonraki denemelerde de gebelik elde edilebilir ancak şans daha azdır.

30. Kullanılan sperm ve yumurtalar eşlerin kendisine mi aittir? 

Evet

31. Tüp bebek tedavisinde cinsiyet belirleyebilir miyiz? 

Belirlenebilir ancak etik ve kanuni nedenlerde dolayı Türkiye’de bu mümkün değil.

32. Gebelik oluşmadan önce genetik problemler konusunda alınabilecek önlemler var mı? 

Eğer aile içinde rastlanan genetik hastalıklar varsa ve bu hastalıkların preimplantasyon tanısı mevcut ise embriyolar üzerinde inceleme yapılabilir.

33. Embriyolarda genetik inceleme kimlere önerilmektedir? 

Akdeniz anemisi, orak hücreli anemi, ve bunlara benzer tek gen üzerinden geçiş gösteren çok sayıda hastalıkta embriyolarda genetik tanı mümkündür.

Gebelik oluştuktan sonra koryon villus örneklemesi veya amniosentez ile genetik hastalıklardan bazılarının tanısı konabilir.

34. Tüp bebek işleminde başarılı olma şansı nedir? 

Başarı kadının yaşına ve embriyo kalitesine bağlıdır. 30 yaşın altında gebelik oranları %55-60 civarında olup, 40 yaşında sonra %15-20’lere düşer.

35. Tüp bebek işleminde başarıyı etkileyen faktörler nelerdir? 

Kadın yaşı, embryo kalitesi, rahmin bütünlüğü başarıyı etkiler.

36. Tüp bebek tedavisinde başarıyı olumsuz yönde etkileyen faktörler nelerdir? 

Rahim içinde embriyoların tutunmasını engelleyecek yapışıklık, myom veya polip gibi problemlerin olması, tüplerin tıkalı ve içlerinin su dolu olması tüp bebekte başarıyı olumsuz olarak etkiler.

37. Tüp bebek işlemi sırasında oluşabilecek riskler nelerdir? 

En önemli riskler çoğul gebelik ve aşırı uyarım sendromudur.

38. Tüp bebek tedavisi süresince hastanede yatmak gerekli midir?

İşlemin hiç bir aşamasında yatış gerekmez.

39. Tüp bebek uygulamalarıyla elde edilen gebeliklerden doğan bebeklerle, normal doğan bebekler arasında fark var mı? 

Herhangi bir fark yok. Sadece testis içinde alınan spermlerin döllenme amaçlı kullanıldığı durumlarda az da olsa bazı anomalilerde artış olabiliyor.

 

İlaçsız (IVM)Yöntem Ne Kadar Başarılı?

İlaçsız tüp bebek (IVM) yöntemi ne kadar başarılı?

Çocuk özlemi çeken ve tüp bebek yöntemine başvuran hastalara sunulan ilaçsız tüp bebek uygulamaları ne kadar yararlı ve başarılı sorusuna cevap arıyorsanız bu yazıyı mutlaka okuyun.
Tüp bebek uygulamasına alternatif olarak sunulan IVM, yani ilaçsız tedavi, yumurtaların laboratuar ortamında olgunlaştırılması ile gerçekleştiriliyor. Bu yöntem 1990’lı yılların sonlarından itibaren kullanılmaya başlandı. IVM’de kısa süreli ilaç kullanımı veya hiç ilaç kullanılmadan toplanan olgunlaşmamış yumurtalar dış ortamda olgunlaştırılır ve daha sonra döllenerek transfer edilir.
Yöntem ilk olarak ilaçlara aşırı cevap veren polikistik over sendromlu (yumurtlama problemi olan) kadınlarda ilaç kullanılmadan tüp bebek yapılmak amacı ile ortaya atıldı.
IVM yararı nedir?
Polikistik over sendromlu kadınlar, yumurtalıkları uyaran ve gonadotropin adı verilen ilaçların etkisine karşı aşırı derecede hassaslar. Bundan dolayı ovarian hiperstimülasyon sendromu (OHSS) adı verilen ve hastaneye yatarak tedavi gerektirebilen bir komplikasyona meyilliler. Özellikle de gebelik sırasında salgılanan hormonlar, ilaçlarla uyarılmış olan yumurtalıkları daha da uyarır. Bunun sonucunda karın boşluğu içine sıvı sızar ve kanda pıhtılaşma problemlerine yol açar. Yumurtalıklar ilaçlarla uyarılmadan tüp bebek uygulamasına geçildiğinde OHSS riski ortadan kalkar.
IVM başarı oranları
IVM yöntemini ilaç ile yapılan tüp bebek yönteminden üstün kılan özellik, ilaç kullanımının olmaması. Buna karşın IVM ile gebelik oranları ilaç ile yapılan tüp bebeğe oranla daha düşük. Avantajlarına rağmen IVM’in yaygınlaşmamasının temeli nedeni de başarı oranlarının istenen seviyede olmaması. Yeni ve daha gelişmiş IVM kültür vasatlarının devreye girmesi ile bu tekniğin yaygınlaşması kaçınılmaz.
Henüz bilimsel kanıt yok
IVM’nin daha önce başarısız tüp bebek uygulaması olan kadınlar ve yumurtalıkları ilaçlara zayıf cevap veren kadınlarda kullanımı ile ilgili bilimsel bir kanıt yok. Mevcut durumda çok kısıtlı bir hasta grubunda kullanılan bu yöntemin sanki her derde deva gibi gösterilmesi son derece sakıncalı bir durum.

Preimplantasyon Genetik Tanı

Tüp Bebek uygulamaları ile genetik teknolojinin bağdaştırılmasının çok uzun bir geçmişi yoktur. İlk defa 1990’lı yılların başında cinsiyet üzerinden geçiş gösteren hastalıkların engellenmesi amacı ile embriyonun seksinin belirlenmesi ile başlayan ve genel anlamda preimplantasyon genetik olarak adlandırılan uygulamalar son derece hızlı bir gelişme göstermiş ve bugün artık tek gen hastalıklarının ve doku antijenlerinin embryo düzeyinde tanısına olanak vermektedir. Preimplantasyon genetik uygulamaları ikiye ayrılır.
Bunlardan ilki ve en çok kullanılanı preimplantasyon genetik tarama (preimplantation genetic screening-PGS) adı verilen ve kromozomların yapısal ve sayısal bozukluklarını ortaya koymak amacı ile kullanılan uygulamalardır. Preimplantasyon genetik tarama FISH (flourescent in-situ hybridization) adı verilen bir teknoloji kullanılarak yapılır. Floresan mikroskobu altında değişik renk yansımaları veren problar ile eşleştirilen kromozomlardan normal veya anormal yapı ve sayıda olanları görülebilir. Örneğin Down sendromu adı verilen ve doğuştan geri zekâlılığın en fazla görülen nedeni olan hastalık 21. kromozomdan iki yerine üç tane olması ile ortaya çıkar. FISH yapıldığı zaman 21. kromozoma bağlanan 3 tane prob görülecektir. Down sendromu tanısı almış olan embriyo böylece rahim içine yerleştirilmeyecektir.
PGS’nin belli başlı 3 kullanım alanı vardır. Bunlar ileri bayan yaşı (38 yaş sonrası), mükerrer düşük öyküsü varlığı (3 veya daha fazla düşük) ve mükerrer tüp bebek başarısızlığı (3 veya daha fazla tüp bebek uygulamasında toplam 10 embriyo transferine rağmen hiç gebelik olmaması) olgularıdır. Yalnız, PGS, güncel hali ile bu 3 durumda da eve canlı bebekle gitme oranını arttırmamaktadır. Bu güncel hali ile başarısızlığın nedeni, 1) mevcut teknoloji ile ancak kısıtlı sayıda kromozomların değerlendirilmesi, 2) FISH metodunun yalancı-negatif ve yalancı-pozitif netice vermesi; 3) embriyo biopsisinin embriyoya zarar verebilme potansiyeli. Hatta yakın zamanda yapılan bir Hollanda çalışmasında, ileri bayan yaşı nedeni ile PGS uygulmasında, PGS kolunda, PGS yapılmayanlara göre gebelik oranı daha düşük bulunmuştur. Biz Merkezimizde, ancak, bay veya bayan kromozom tetkikinde yapısal veya sayısal kromozom problemi olan olgularda PGD yapmaktayız. PGS ise tercih etmemekteyiz.
Preimplantasyon genetik tanı (PGT) ise varlığı bilinen ve tek gen üzerinden geçiş gösteren hastalıkların tanınması esasına dayanır. PCR adı verilen değişik bir teknoloji ile hastalığa neden olan gendeki değişiklik embriyo düzeyinde saptanarak sağlıksız embriyolar transfer edilmez. PGT ile tanı konabilen tek gen hastalıklarının sayısında her geçen gün artış olmaktadır. Özellikle ülkemizi ilgilendiren sık görülen tek gen hastalıklarından talassemi yani Akdeniz anemisi PGT uygulamaları içinde en fazla yer bulanıdır. Talassemi dışında orak hücreli anemi, Tay Sachs hastalığı, Frajil X sendromu ve bunlar gibi pek çok tek gen hastalığının tanısı PGT ile mümkün olmaktadır. PGT ile ayrıca hastalıklı çocuğu olan çiftlerde bu çocuk için kemik iliği veya kordon kanından alınan kök hücreler ile transplantasyon yapılması amacı ile doku uyumlu kardeş yapılabilmektedir. Bu şekilde çift hem sağlıklı bir çocuğa sahip olabilmekte hem de hastalıklı çocukları için kök hücre nakli yaptırabilmektedir.
Genetik mühendislik alanındaki hızlı ilerlemeler ile hatalı genlerin tamiri de çok uzak olmayan bir gelecekte mümkün olacaktır. Embriyo düzeyinde tüm genetik yapının belirlenmesi ve hastalıklı genlerin değiştirilmesi bugün bir kurgu bilim gibi görünse de gelecekte bunların gerçekleşme olasılığı yüksek görünmektedir. Bu uygulamaların tabiî ki göz ardı edilemeyecek bir etik boyutu da vardır. Etik boyutlarının dikkatli bir şekilde irdelenmesi bu nedenle çok önemlidir.

 

Kötü over yanıtı – çözüm var mı?

Yumurtalıklar Neden Az Yumurta Üretir ve Çözümü Var mıdır?

Klasik bilgiye göre kadınlar bir ömür boyu kullanacakları yumurtalar ile doğarlar ve yeni yumurta yapımı olmaz. Son zamanlarda bu klasik bilgiye karşıt bazı çalışma sonuçları yayınlandı ise de sonuçlarının kliniğe yansımasına kadar biz yine klasik bilgiler ışığında yukarıdaki soruya yanıt arayalım.
Yumurtalık içindeki yumurtaların artan yaşla birlikte azalması normal ve fizyolojik bir süreçtir. Daha önce çocuk sahibi olmuş kadınlarda bile gebe kalabilme 39-40 yaşından itibaren zorlaşır ve 44 yaşından sonra ise neredeyse imkansızıdır. Tabiî ki mucizeler olabilir ancak kayda değer bir şans 44 yaşından itibaren yoktur.
Genellikle tüp bebek programları kadının yaşının 44’ün üzerinde olduğu durumlarda çiftleri tedavi için kabul etmek istemezler. Yumurtalık kapasitesinin azalması ve dolayısıyla üreme fonksiyonunun kaybı menopoz ile eşdeğer bir şekilde algılanmamalıdır. Kadınlarda üreme ve hormon salgılama fonksiyonlarında 37 yaşından itibaren bir ayrışma başlar. Üreme fonksiyonu bu yaştan itibaren hızla düşerken hormon salgılama fonksiyonu son adetin görüleceği menopoz yaşına kadar devam eder. O halde adet oluyorum neden çocuk sahibi olamam sorusunun cevabı işte bu fizyolojik değişiklikte yatmaktadır.
Ailesinde erken menopoz olan kadınlarda yumurtalık kapasitesi daha erken tükenir. Bu kadınlarda genetik olarak programlanmış olan menopoz yaşından yaklaşık 10 yıl öncesinden üremede güçlükler yaşanabilir. Örneğin 40 yaşında menopoza girecek olan bir kadın 30 yaşından itibaren çocuk sahibi olmakta zorlanmaya başlar.
Yaş ve genetik faktörlerden başka yumurtalık kapasitesinin azalmasına neden olan başka nedenlerde vardır:
1. Geçirilmiş yumurtalık cerrahileri. Yumurtalığın tamamen alınması veya içinden kist alınması yumurta sayısını azaltacağından kapasite düşecektir. Özelikle halk arasında çikolata kisti diye bilinen endometriozis kistlerinin alınması o taraftaki yumurtalık kapasitesini azaltabilir. Bu tür cerrahilerin yetkin cerrahlar tarafından ve normal dokulara maksimum saygı gösterilerek yapılması şarttır.
2. Geçirilmiş radyoterapi ve kemoterapiler. Özellikle gençlik çağı kanserlerinin tedavi edilebilir hale gelmiş olması yaşamını devam ettirenlerde üreme ile ilgili sorunların daha sık olarak görülmesine neden olmuştur.
3. Ağır sigara içimi. Günde 10’dan fazla sigara içiminde over rezervi azalmaktdır.
Yumurtalığın üreme fonksiyonunun azalması kadınlarda şu belirtiler ile seyreder.
1. Adet kanamaları birbirine yaklaşır. Daha önceleri 28–30 günde bir adet gören kadınlarda kanamalar 21-27 günde bir olmaya başlar. Bazen 15 gün aralıklarla adet kanamaları olabilir. Kanamanın miktarı genelde değişmez. Kanamam azaldı acaba menopoza mı giriyorum savı genelde doğru değildir. Bazı durumlarda ise yumurtlamanın olmaması veya gecikmesi sonucunda adet kanamaları da gecikebilir.
2. Kendiliğinden veya tedavi ile olan gebeliklerin düşük ile sonlama şansı artar. Bu genelde artan yaşla veya başka bir nedenle yumurtalık kapasitesinin azalması sonucunda kalan yumurtaların genetik olarak normal olmamasından kaynaklanır. Anormal bir yumurtanın döllenmesi sonucunda oluşacak olan embriyo da anormal olacağından ya rahimde hiç tutunmaz ya da erken dönemde düşük ile sonlanır. Devam eden gebeliklerde ise kromozom anormalliği taşıyan (örneğin Down sendromu) bebeklerin sayısında artış olur.
3. Tüp bebek ve benzeri tedavilerde yumurtalıkların uyarılması sonucunda gelişen yumurta sayısı az olur. Yüksek doz ilaç uygulaması veya değiştirilen tedavi protokollerine rağmen yumurtalıklar tedaviye dirençlidir ve az sayıda yumurta gelişir. Yumurta sayısının az olması bu tedaviler ile elde edilebilecek gebeliklerin olasılığını belirgin olarak azaltmaktadır. Zayıf yumurtalık cevabı tekrarlayıcıdır ve bugün için bilinen herhangi bir tedavisi yoktur.
Zayıf yumurtalık cevabı önceden nasıl öngörülür? 
Ailesinde erken menopoz olan kadınlar ve geçirilmiş yumurtalık cerrahisi olan kadınlar dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Adetin 2 veya 3. gününde yapılan hormon testleri (FSH, LH, Estradiol) ile yumurtalık kapasitesi hakkında bilgi edinilebilir. FSH hormonu yumurtalık kapasitesinin bir göstergesidir. Yüksek olması (10 dan fazla) durumunda kapasitenin azalmış olduğuna işaret eder. Daha sonraki ölçümlerde düşük çıksa bile yumurtalık yüksek olan değere göre davranır. FSH’nın düşük olmasına rağmen estradiolun yüksek olması (65 den fazla) da yine düşük yumurtalık kapasitesine işaret eder.
İnhibin B ve AMH gibi hormonların ölçümü de yumurtalık kapasitesi hakkında bilgi verir. Ancak testlerin daha pahalı olması ve diğer testler ile elde edilen bilgilere katkı sağlamaması nedeni ile rutin ölçümleri önerilmemektedir.
Yumurtalık kapasitesi hakkındaki en güvenilir bilgi vajinal ultrason ile alınmaktadır. Vajinal ultrason ile yumurtalık içindeki potansiyel yumurta geliştirecek yapılar (antral follüküller) görülebilir ve sayılabilir. İki yumurtalıkta toplam 6 dan daha az olgunlaşmamış yumurta yapısı olması durumunda yumurtalık kapasitesinin az olduğundan söz edilebilir.
Ne yapılabilir?
Tüp bebek tedavisine geçiş daha hızlı planlanmalıdır. Tüp bebek uygulamalarında da azalmış over rezervi varlığında, azalmanın derecesine göre, başarı oranı azalır.
Yumurtalık içinde yeni yumurta yapımı sağlanabilir mi?
Son 1 yıl içindeki çalışmalar kadın yumurtalıkları içinde kök hücrelerin mevcudiyetini göstermiştir. Kök hücreleri kullanılarak yeni yumurta üretimi ve bu yumurtaların kullanılması ile gebelik elde edilmesine yönelik çalışmalar hayvanlar üzerinde başlamıştır. Bu çalışmaların sonuç vermesi ile çok zor bir hasta grubu olan düşük yumurtalık kapasiteli kadınlar için yeni umut kapıları açılacaktır.

 

Tüp Bebek Başarısızlık Nedenleri

Tüp bebek denemelerinde her zaman basarılı sonuç elde etmek mümkün degildir. Tüp bebekte basarı oranları degerlendirilirken göz önüne alınması gereken en önemli faktör kadının yaşıdır. Kadın yaşı artıkca basarısızlık oranları artar. Bunun en önemli nedeni yasın ilerlemesi ile yumurtalarda genetik bozuklukların daha sık görülmesidir. Ancak genç çiftlerde bile her seyin normal gözükmesine ragmen tüp bebek tedavisi ile bile hamilelik olusmayabilir. Bu noktada tıbbın her seyi açıklayamaması nedeni ile ‘Kader, Sans, Alın Yazısı’ gibi öneriler getirilebilmesine rağmen, tıp bilim adamlarının önerisi yeniden deneme yapılmasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken ve en önemli husus ilk denemeden ders alınması ve o çiftin ilk denemedeki cevabı dikkatle incelenerek, ikinci denemede daha basarılı olmalarına çalışılmasıdır.Yeni denemede ilk denemenin yumurta gelişimi,embriyo gelişimi üzerine etkileri ayrıntılı olarak değerlendirilir.
Tüp Bebek Başarısızlığı

İyi kaliteli embriyo transferine (10 veya daha fazla) rağmen 3 veya daha fazla tüp bebek uygulamasında gebelik elde edilememesi durumudur.Tüp bebek başarızlığı aşagıdaki durumlardan kaynaklanmış olabilir.
1) Hidrosalpenks (tüplerde sıvı birikimi) araştırılmalıdır. Hidrosalpenks varlığında tüp bebek uygulamasından önce hazırlık kapsamında tüp laparoskopik olarak çıkarılmalı, bu karın içi yapışıklıklar nedeni ile mümkün değil ise tüp-rahim birleşiminde blokaj sağlanmalıdır

2) Rahim içi değerlendirmesi. Ultrasonografi, rahim tüp filmi (HSG), gerekirse histeroskopi ile rahim içinde bir problem olmadığı gösterilmelidir.

3) Myom. Rahimin içine doğru büyümüş myomlar (submüköz) tüp bebek öncesi histeroskopik olarak çıkartılmaıdır. Rahimin içine baskı yapmayan myomların tüp bebek başarısı üzerine etkileri tartışmalıdır. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda, 4-5 cm çaptan büyük myomlar, rahimin iç tabakasına baskı yapmasalar bile, tüp bebekte gebelik oranlarına olumsuz etkileri olabileceği bildirilmiştir.

4)Uygulanan tedavi protoklleri gözden geçirilir.Doz ve protokollerin embriyo kalitesi ve rahim iç duvarına etkileri tekrar gözden geçirilir.Önceki tedavi protokolleri,elde edilen sonuçlar ayrıntılı incelenerek yeni yaklaşım seçiminde ip uçları aranır.
5)Bayanda pıhtılaşma faktörlerine bakılması
6)Anne ve baba adayının genetik testleri
7)Kadının detaylı endokrinolojik ve metabolik durumunun ortaya çıkartılması.
8)Yeni tedavi seçeneğinin kişiye özgü olarak mümkün olduğunca bireyselleştirilmesi
9)Laboratuar ve klinik yönden kanıtlanmış destek yöntemlerinin uygulanması
10)Embriyo transferi işlemine azami dikkat ve transfer sonrası tutunmaya destek tedavilerinin düzenlenmesi

 

Embriyo Dondurma

Embriyo dondurmasında ilk gebelik ne zaman elde edilmiştir?

İlk dondurulmuş embriyo bebeği 1984’de doğmuştur. Embriyo dondurma tekniği ile çift için bir kez toplanan yumurtalardan birkaç kez transfer yapma şansı (tüp bebek denemesi) doğmaktadır ve böylelikle toplam gebelik oranı da artmaktadır.

Embriyo dondurulmasının avantajları nelerdir?

Toplamda çiftin gebe kalma şansı artıyor. Kalan iyi kalitede embriyoların da daha sonra değerlendirilmesi söz konusu olduğunda, çift için daha ekonomik, fiziksel olarak daha az yorucu ve daha kısa zamanda tedavi şansı doğmuş oluyor.
Polikistik over sendromu olan hastalarda yumurtalıkların aşırı cevabı oluştuğunda (şiddetli ovaryen hiperstimulasyon sendromu olarak adlandırılır) yumurtalar toplanarak oluşan tüm embriyolar daha sonra transfer edilmek üzere dondurulabilir.
Siklus (bir tüp bebek deneme süreci) seyrinde endometrium kalınlığı yetersiz izlendiğinde, endometrial polip tespit edildiğinde ya da transfere yakın zamanda kırılma kanaması olduğunda embriyolar dondurularak daha sonra transfer edilebilir.
Kanser kemoterapisi ya da radyoterapisi öncesi embriyo dondurulması önerilebilir.
Embriyolar nasıl dondurulmakta ve çözülmektedir?
Embriyolar tüm gelişim evrelerinde dondurulabilmektedir. Embriyolar koruyucu bir sıvı ile karıştırılarak plastik tüp ya da cam ampullere konulur ve sıvı nitrojen içerisinde -196 derecede dondurularak saklanır.
Dondurulmuş embriyolar çözülecekleri zaman sıvı nitrojenden çıkarılır, oda sıcaklığında çözülür, koruyucu sıvıdan ayrılarak özel bir kültür ortamına alınır ve inkübatöre (embriyoların bekletildiği cihazlar) konulur. Aynı gün iyi görünen embriyolar transfer edilebilir.
Dondurulmuş embriyolar ne kadar saklanabilir?
Her ülkenin kendisini bağlayan yasal düzenlemeleri mevcuttur. Türkiye’de dondurulmuş embriyolar en fazla 5 yıl saklanabiliyor. Beşinci yılın sonunda çiftin izni alınarak saklanmaya devam ediliyor ya da imha ediliyor.
Dondurulmuş embriyolar çözüldüğünde canlılık oranı nedir?
Tüm dondurulan embriyoların çözüldüğünde aynı canlılıkta bulunmaları mümkün olmamaktadır. Fakat iyi bir dondurma çözdürme programında bu oran %75-80’dir. Yani dondurulan her 10 embriyonun 7-8’i çözüldüğünde transfer edilebilir durumda olmaktadır. Bunun sebebi dondurma ve çözme işlemleri sırasında embriyoların zarar görebilmeleridir. Bu zarar, teknolojik açıdan iyi donanımlı bir tüp bebek laboratuvarında ve deneyimli embriyologların denetimde minimum olur.
Dondurulmuş embriyodan doğan bebeklerde bir sağlık sorunu söz konusu olabilir mi?

Şimdiye kadar olan bilgiler dahilinde dondurulmuş çözülmüş embriyoların transferinden doğan bebeklerde doğuştan anomali oranı diğerleri ile kıyaslandığında daha yüksek değildir. Sonuç olarak dondurulmuş embriyo uygulamaları güvenli ve hasta için ekonomik olan uygulamalardır.