Çoğul Gebelikler ve Yan Etkileri
Uçak ile seyahat ederken nelere dikkat edilmeli ? | |||||||||
![]() İngiliz Kraliyet Obstetrisyen ve Jinekologlar Koleji (RCOG) 2001 yılında yayınladığı rehberde havayolu ile seyahat etmeyi planlayan hamile kadınların tromboemboli risklerini azaltmaları için bazı önerilerde bulunmaktadır. Uzun süre hareketsiz kalmamak ve yeterli sıvı almanın dışında bazı durumlarda riski en aza indirmek için varis çoraplarının giyilmesi de önerilmektedir. Bu öneriler hamileliğin başından doğum sonrası 6. haftanın (lohusalığın) sonuna kadar tüm hamile kadınlar için geçerlidir. Ancak gebelik dışında yaş, geçirilmiş tromboemboli öyküsü, aile öyküsü, preeklampsi, büyük bacak varisleri gibi ek risk faktörleri varlığında ek öneriler bulunmaktadır.
|
Normal doğum mu, sezeryan mı ? |
** Kadınlar normal doğumu mu yoksa sezaryeni mi tercih etmeli? Normal doğum yapmalarına engel bir durum yoksa normal doğumu.** Normal doğum, sezaryene göre daha mı iyi?
Şöyle bir yanlış inanış var: Normal doğum anne için iyidir, sezaryen bebek için iyidir… Bu kabul edilemeyecek bir şey. Bazı koşullarda normal doğum anne için çok zararlıdır ve sezaryen yapılması gerekir. Ama koşullar iyiyse normal doğum anne için elbette iyidir. Normal doğumda annenin iyileşme süreci çok daha hızlıdır. Karın içine girilmesi gerekmediği için, buna bağlı bir takım komplikasyonlar ortaya çıkmaz. Hastanede kalış süreci kısadır. Anne hastaneden daha çabuk çıkar, normal işine ve normal hayatına daha çabuk döner. Bebek için ise, eğer her şey yolunda gidiyorsa, normal doğumda hiçbir problem yaşanmaz. Sezaryen ancak gerektiği taktirde yapılmalıdır. ** Türkiye’de sezaryen oranlarının pek çok batı ülkesine göre yüksek olduğu belirtiliyor.Türkiye’de doktorlar (veya hastaneler) normal doğum yaptırmak istemiyor mu? ** Normal doğumun avantajları – dezavantajları neler? Adı üstünde normal bir süreç olması, doğum bittiği an her şey bitmesi, komplikasyon görülme oranının çok düşük olması, doğum ağrılarının epidural anesteziyle giderilebilmesi, annenin iyileşme sürecinin çok daha hızlı olması, hastane de kalış süresinin kısalığı, annenin normal hayatına daha çabuk dönmesi normal doğumun avantajlarıdır. Dezavantajı olarak sayılabilecek organ sarkmaları ancak yüzde bir iki kadardır ve sezaryene kıyasla çok daha basit bir operasyonla düzeltilebilir. ** Sezaryenin avantajları – dezavantajları nelerdir? Operasyon gerektirmesi, az da olsa enfeksiyon ve kanama riski olması, kanama nedeniyle anneye kan verilmesi gerekebilmesi, doğuma kıyasla ağrıların daha uzun sürmesi, yara yerinin iyileşmesinin uzun zaman alması, gaz çıkartma sorunları, annenin normal hayatına geri dönmesinin bir hafta alması sezaryenin dezavantajları arasında sayılabilir. Avantajı normal doğumun mümkün olmadığı bazı durumlarda anne ve bebek için hayat kurtarıcı olabilmesidir. ** Normal doğum ve sezaryeni süre olarak karşılaştırabilir misiniz? Normal doğum süreci başlangıcından itibaren ortalama 10 saat civarında sürse de ağrılı olan kısmı son saatleridir ve epidural analjezi ile etkin şekilde giderilir. Bebeğin çıktığı doğumun ikinci evresinin 15 – 30 dakika arasında sonlanması gerekir. Sezaryen operasyonu da yaklaşık olarak 30 dakika ila bir saat arasında sürer. Doğum sonrasını göz önüne aldığımızda normal doğum sonrası ağrılar ve nekahet dönemi hemen sonlanırken sezaryen sonrası karın duvarındaki kesi nedeniyle daha uzun süre ağrı olur ve günlük hayat dönme süresi daha uzun süredir. ** Sezaryenle doğurmanın bebeğe yansıması nasıl olur? ** Bir kadının normal doğum yapmasını engelleyen faktörler nelerdir? ** Normal doğum ve sezaryenin doğum sonrası kadına yansıması nasıldır? Doğum sonrası ağrılar açısından tabii ki normal doğum daha rahat. Çünkü, doğum bittiği anda, hemen hemen her şey bitiyor. Sezaryende ise yara yerinin iyileşmesi süreci söz konusu. Birkaç gün sürebilen gaz çıkartma sorunları var. Tabii şunu da söylemek gerekir, bugün özellikle ameliyathane ve anestezi koşullarının eskiye göre gelişmiş olması, sezaryenlerde de hastaların çok daha rahat olmasını sağlıyor. Hastalar çok çabuk iyileşiyorlar. Normal doğum sonrası da sezeryan sonrası da doğumdan 2 gün sonrasında hastalar taburcu olabilmektedirler. Hastaların pek çoğu birinci hafta sonuna doğru normal hayatlarına geri dönebiliyorlar. Yine de sezaryenin, normal doğuma oranla taşıdığı enfeksiyon ve kanama riskini dikkate almak gerekir. Doğum, kadının anatomisini az da olsa bozabilen bir şey. Ama her kadında bir miktar değişiklikler yaratıyor. Göğüsleri bir miktar sarkıyor, karnı genişliyor, karın hiçbir zaman eski sertliğini almıyor. Ancak, bunlar olağan ve 100 normal doğum yapmış kadının, sadece 1-2’sinde ameliyata gerek olabilecek organ sarkmaları görülebiliyor. Normal doğumun sonucu olarak vajen, hiç doğum yapmamış bir kadına göre daha geniş olarak kalıyor. Rahim tamamen küçülür eski haline döner, ama vajen eskiye göre daha büyük kalacaktır. Ancak, doğum yapmış kadınların daha sonraki seksüel yaşamlarında seks yapmaktan daha az zevk aldıklarını gösteren hiçbir çalışma yoktur. Kaldı ki, eğer kadında vajen genişlemesi sorun yaratıyorsa, basit bir operasyonla düzeltilmesi de gayet kolaydır. Bütün bu bilgiler, dış genital organlarda sarkıklık endişesi ile vajinal doğumdan uzaklaşılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. |
Gebelik sırasında enfeksiyonlar | |||||||||||||||
![]() T: Toksoplasmozis : Others(“diğerleri”; örneğin Varicella Zoster (suçiçeği) ve HPV R:Rubella (kızamıkçık) C: Citomegalovirus H: Herpes virus TOKSOPLASMOZİS 1) Takizoit: hızlı çoğalan formu 2) Doku kisti: sessiz formu 3) Ookist: sadece kedilerin sindirim sisteminde yaşayabilen formu Prensip olarak 3 şekilde insana bulaşabilir. En sık bulaşma şekli yeterince pişirilmemiş et ürünleri ile doku kisti formunun bulaşmasıdır. İkinci bulaşma yolu ise parazit ile enfekte olmuş eti yiyen kedilerin dışkısıyla atılan ookist formuyla kirlenmiş toprakla temas eden iyi yıkanmamış sebze ve meyvelerdir. Ookist formu uygun koşullarda 1 yıla yakın bulaşıcı olarak kalabilir. Üçüncü buluşma yolu ise annenin gebeliği sırasında toksoplasmozis geçirmesi ile plasentadan bebeğe hastalık geçmesidir. Evden dışarı salınmayan ve çiğ et yedirilmeyen ev kedilerinden bulaşma olmaz. Kediler tüylerini temizleyen hayvanlardır ve dışkıları tüylerinde bulunmaz. Dolayısıyla kediye dokunmak ile bulaşma olması mümkün değildir. Toksoplasmozis bir kere geçirilir ve hayat boyu bağışıklık kazanılır. Dolayısıyla gebelikten önce bu hastalığı geçirmiş olanlarda hastalığı tekrar geçirmek mümkün değildir. Gebelik öncesinde Toksoplasmozise karşı oluşan antikorlardan Ig G tipi antikorun tespit edilmesi enfeksiyonun daha önce geçirildiğini gösterir. Ig G tipi antikor tespit edilmediği durumda kişi hastalığı geçirmemiştir. Dolayısıyla gebelik sırasında Toksoplazma parazitin bulaşma olasılığından korunmak için bir takım önlemler alınmalıdır. • İyi pişmemiş et, çiğ et, iyi yıkandığından şüphe duyulan sebze ve meyve, pastörize olmamış süt tüketilmemelidir. • Çiğ et ile temas edildikten sonra eller çok iyi yıkanmalıdır. • Toprakla uğraşanlar mutlaka eldiven kullanmalıdırlar. • Kedinizin evden çıkmasına izin vermeyin, çiğ et yedirmeyin. • Kedinizin kumunu bir başka aile üyesinin değiştirmesini isteyin. Kedi kumu kabını 5 dakika kaynar suda bırakın böylece dezenfekte olacaktır. Eğer bu mümkün değilse mutlaka eldiven giyin ve sonrasında ellerinizi iyice yıkayın. Gebelik sırasında geçirilen toksoplasmozis annede %90 şikayet oluşturmadan veya halsizlik kas ağrıları gibi sessiz şikayetlerle seyreder. Annenin aktif enfeksiyonu geçirdiği gebelik dönemine göre bebeğe bulaşma ve bebekte hasar oluşturma olasılığı değişir. Gebeliğin erken döneminde enfeksiyon geçirildiyse bebeğe bulaşma olasılığı düşük fakat bebek enfekte olursa hasar gelişme olasılığı fazladır. Gebeliğin son 3 ayında mikrop alındıysa %60 olasılıkla bebek toksoplasmozisli olarak doğacaktır. Bebeğe enfeksiyon bulaşacak olursa ultrasonda ventrikulomegali (beyin içi sıvı artışı), intrakranial kalsifikasyonlar (kafa içi kireçlenme), karaciğerde büyüme, asit (vücutta su toplama) izlenir. Sonuç olarak bebek rahim içindeyken kaybedilebilir, nörolojik (beyin ve sinir sistemi) anormallikleri ve körlük gelişebilir. Tanı Fransa ve Avusturya gibi hastalık sıklığının yüksek olduğu ülkelerde bütün gebeler rutin olarak taranmaktadır. Ülkemizdeyse hastaneden hastaneye değişen uygulamalar vardır. Anne kanında Toksoplasma’ya karşı gelişen Ig G ve Ig M antikorları bakılır.
Tanı yukarıdaki tablodaki gibi ne yazık ki her zaman kolay olmaz. Şüpheli pozitif sonuçlar ile karşılaşılabilir. Ig M tipi antikorlar aktif enfeksiyon göstergesi olsa da bazen 1 yıla kadar pozitif kalabimektedir. Ig G avidite testi ile sonuçlar kombine edilebilir. Yüksek avidite hastalığın daha önceden geçirilmiş olduğunu göstererek aktif hastalığı dışlar. Annede aktif hastalık saptandığında bebeğe mikrobun bulaşıp bulaşmadığı ise amniosentezle alınan amnion sıvısında PCR yöntemiyle parazit DNA’sı aranarak anlaşılır. Tedavi Annede enfeksiyon tespit edilir edilmez hemen spiramycin 3 gr başlanmalıdır. Bebekte enfeksiyon tespit edildiğinde ise tedaviye primetamin/sulfodiazin eklenir. Tedavi, enfeksiyonun anneden bebeğe bulaşmasını önlemez ama bebekte oluşabilecek sakatlıkların şiddetini azaltır. 26. gebelik haftasından önce bebeğe hastalığın bulaştığı ispatlanırsa aileyle gebeliği sonlandırma seçeneği tartışılmalıdır. RUBELLA (KIZAMIKÇIK) Damlacık yoluyla bulaşan viral döküntülü bir hastalıktır. 2-3 hafta kuluçka süresinden sonra hastada yüzden başlayıp sırasıyla gövdeye, kollara, bacaklara yayılan ve 3 gün içinde kaybolan döküntüler oluşur. Ateş, eklem ağrıları kulak arkası ve ensedeki lenf bezlerinde şişme ile karakterizedir. Çocuklarda ve erişkinlerde hafif seyirli bir hastalık olmasına rağmen gebelik sırasında geçirildiğinde bebek için tehlikeli olabilir. Doğumsal Rubella Hastalığında bebekte oluşan hastalıkları 3 başlıkta toplayabiliriz. 1. Göz: katarakt, retinopati, mikroftalmi (küçük gözler), glokom (körlükle sonuçlanabilir) 2. Kalp: kalpten çıkan ana damarlarda darlık, kalpte delik 3. Kulak: sağırlık Gebenin kızamıkçıklı bir hastayla temas ettiğinden şüphe ediliyorsa öncelikli olarak Rubella Ig G bakılır. Ig G pozitifse hastalığı daha önce geçirmiş demektir. Eğer Ig G negatifse iki kez 3 hafta arayla Rubella IgM bakılıp negatif olduğu konfirme edilmelidir. Ig M negatifse hastaya mikrop bulaşmamış demektir ve endişe edilecek bir durum yoktur. Rubella Ig M pozitifse gebeye mikrop bulaşmış ve aktif hastalık geçiriyor demektir. Karar gebelik haftasına göre verilmelidir. Gebeliğin ilk 3 ayında mikrop alındıysa bebeğe bulaşma olasılığı yüksektir ve aileyle gebeliği sonlandırma seçeneği tartışılmalıdır. Gebeliğin geç dönemimde enfeksiyon geçiriliyorsa bebeğe bulaşma olasılığı düşüktür. Kordon kanında Rubella antikorları araştırılarak bebeğe hastalığın bulaşıp bulaşmadığı saptanabilir. Rubella ile enfekte doğan bebekler aylarca virüs yayabilir. Bu nedenle hastalık için riskli olanlardan (diğer yeni doğanlar, gebeler gibi) izole edilmelidir. CMV CMV (sitomegalovirus) bir DNA virusudur. CMV vücut sıvılarında bulunur ve insandan insana yakın temas veya cinsel ilişki ile bulaşır. CMV ile enfekte olan insanların çoğunda şikayet olmazken ancak %15’lik kısmında grip benzeri boğaz ağrısı, ateş, eklem ağrısı, lenf bezlerinde büyüme gibi şikayetler olur. İlk bulaşmayı takiben virus latent (gizli) hale geçer ve periyodik olarak tekrar aktive olur. Erişkinlerin yaklaşık %85’i hastalığı daha önce geçirmiştir. Fakat hastalığın geçirilmiş olması hastalığın tekrar aktive olmasını veya kişinin yeniden enfekte olmasını ne yazık ki engellemez. Gebelik sırasında enfeksiyonu ilk kez geçirenlerde mükerrer kez enfeksiyonu geçirenlere kıyasla doğumsal sorunların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır. Enfeksiyonun bebeğe bulaşması riski gebeliğin ilk yarısında daha yüksektir. CMV ‘ye bağlı düşük doğum ağırlığı, mental gerilik, sarılık, karaciğer ve dalakta büyüme, kanama problemleri, görme ve işitme sorunları gelişebilir. Annedeki CMV enfeksiyonunu veya bebeğe bulaşmasını önleyen bir tedavi yoktur. Tanıda CMV’e özel Ig M ve IgG tipi antikorlara bakılır ve sonuçlara göre Ig G avidite testi eklenir. CMV Ig G negatif, Ig M negatif: CMV ile karşılaşmamış birey CMV Ig G pozitif, Ig M negatif, Ig G avidite yüksek: Gizli CMV enfeksiyonu . İleri araştırmaya gerek yoktur. CMV Ig G pozitif, Ig M pozitif, Ig G aviditesi yüksek: Tekrar eden CMV enfeksiyonu. Sadece seri ultrason muyaneleri ile takip edilir. CMV Ig G pozitif, Ig M pozitif, Ig G aviditesi düşük: İlk kez hastalık geçiriliyor anlamına gelir. Ultrason ile takip edilmesi ve amniosentezle amniotik sıvıda PCR yöntemiyle CMV araştırılması gereklidir. Gebelik sırasında ilk kez CMV enfeksiyonu geçirdiği kanıtlanan hastalarda karar vermek zordur. Çünkü her ne kadar gebeliğin ilk yarısında geçirilen enfeksiyonun bebeğe bulaşıcılığı daha yüksek olsa da bebeklerin ciddi bir kısmı da normal olarak gelişir ve doğumsal sorunları olmaz. Ayrıca ilk kez hastalığın gebelik sırasında geçirilmesi durumunda oluşabilecek doğumsal hasarların şiddeti de kesin olarak tahmin edilemez. CMV’den korunmak için aşı yoktur. Fakat bazı önlemler alınabilir. Temel hijyen kurallarına uyulması ve bunlar içinde özellikle en az 20 saniye sabunla ellerin yıkanması çok önemlidir. Enfeksiyon sıklıkla çocukluk çağında geçirilir ve enfeksiyonu henüz geçirmemiş olan erişkinlere virüs kreş ya da okul gibi toplu yerlerde virüsü alan 2-3 yaş grubu çocuklardan geçer. Vücut sıvılarıyla bulaşma olduğundan dolayı bu yaş grubu çocuğu olanların çocuklarıyla yiyecek içecek paylaşmaması önerilir. Anaokulu ve ilkokul çalışanlarının daha önce enfeksiyonu geçirmedilerse 2.5 yaş altı çocuklarla mümkün olduğunca temastan kaçınmaları önerilir. HERPES Genital Herpes Enfeksiyonu Reküren (tekrarlayan) enfeksiyon: Genellikle geçirilen ilk hastalıktan sonra oluşan alevlenmeler daha az şiddetlidir ve hafif şekilde atlatılır. Bebeğe Herpes enfeksiyonu 3 şekilde geçebilir. 1) Bebek rahimdeyken plasenta aracılığı ile (%5) 2) Doğum sırasında (%85) 3) Doğum sonrasında (%10) Erken gebelik döneminde ilk kez geçirilen herpes enfeksiyonunun yapılan araştırmalarda düşük riskini arttırmadığı bulunmuştur. Fakat gebeliğin ilerleyen dönemlerinde erken doğum riskini arttırdığı saptanmıştır. Gebelikte HSV kapılması nadir bir olay olduğundan yeni doğanda herpes enfeksiyonu sık karşılaşılan bir durum değildir. Gebelikte ilk kez herpes enfeksiyonu geçiriliyor olması daha sık yeni doğan herpesine neden olurken reküren (tekrarlayan) enfeksiyon geçiren gebelerde yeni doğan oldukça nadir olarak (%4-5) etkilenmiştir. Yeni doğanda herpes hastalığı 3 şekilde görülür. %45’inde deri, göz ve ağız (iyi seyirli), %30’unda merkezi sinir sistemi (kötü seyirli), %25’inde organ sistemleri (kötü seyirli) etkilenir. Yaygın organ tutulumu olmayan herpes hastalığı olanlar antiviral tedaviye iyi cevap verir. Fakat yaygın tutulum olan bebeklerde tedaviye rağmen hastalık %30 ölümle sonuçlanır ve yaşayanların da yarıya yakınında kalıcı hasarlar kalır. Gebelikte tekrarlayan genital herpes alevlenmeleri olan hastalara 36. haftadan itibaren doğuma kadar asiklovir verilerek hastalık baskılanır. Bu ilacın gebelikte kullanımı güvenlidir. Doğum eylemi başladığı sırada ya da annenin suyu geldiğinde genital bölgede yukarda bahsedilen yaralar yoksa normal doğum tercih edilmelidir. Fakat söz konusu zamanda herpetik lezyonlar izleniyorsa sezaryen ile doğum yapılması önerilir. Anne bebekten ayrılmamalıdır. Bebeğin annenin hastalığından etkilenip etkilenmediği araştırılmalıdır. Anne asiklovir kullanırken anne sütü vermesinde bir sakınca yoktur. Annenin en başta dikkatli el yıkamak olmak üzere temel hijyen kurallarına uyması doğum sonrası bebeğe hastalığın bulaşmasını önlemede esastır. SUÇİÇEĞİ (VARICELLA ZOSTER) Hastalığın etkeni Herpes virus ailesinden varicella zoster’dir. Erişkinlerin %95’i enfeksiyonu geçirmiş ve bağışıktır. Enfeksiyona karşı bağışıklığı olmayan suçiçeği geçirmemiş ergenlerde ve erişkinlerde 2 doz olacak şekilde suçiçeği aşısı yapılması önerilir. Gebelerde bu aşı canlı virüs aşısı olduğundan uygulanması önerilmez. Suçiçeği geçiren bir hasta ile temas eden gebeye daha önce suçiçeği geçirmediyse 96 saat içinde varicella zoster immunglobulini yapılmalıdır. Anne hastalığı daha önce geçirip geçirmediğini bilmiyorsa kanda Varicella Ig G antikoruna bakılır. Gebeliği sırasında suçiçeği geçirildiği takdirde bulaşıcılık ve doğumsal varicella hastalığı bakımından özellikle 13–20. gebelik haftası risklidir. Doğumsal varicella hastalığında bebekte göz, beyin ve böbrek etkilenir. Cilt ve kemikte şekil bozuklukları gelişir. Gebeliğin son dönemlerinde annenin suçiçeği geçirmesi durumunda ise bebekte sadece suçiçeği döküntüleri olur. Eğer annede suçiçeği doğumdan önceki 5 gün içinde veya doğumdan sonraki 2 hafta içinde ortaya çıkarsa anneden bebeğe hastalıktan koruyacak olan antikorlar daha geçmemiş olduğundan bebeğe mutlaka varicella zoster immunglobulini yapılmalıdır. GEBELİKTE HPV ENFEKSİYONU (KONDİLOMLAR) Sıklıkla HPV tip 6 ve 11dış genital siğillerden sorumlu virüslerdir. Gebelikte genital siğil tespit edildiğinde lezyonlar genellikle doğumdan sonra azalır veya yok olurlar. Dolayısıyla gebelikte genital siğillerin mutlaka tedavi edilmesi gerekmez. Gebelikte tedavide asetik asit, kriyoterapi veya lazer ablasyon kullanılabilir. Diğer tedavi yöntemleri bebeğe olumsuz etkileri olasılığı nedeniyle tercih edilmez. Doğum sırasında HPV’nin bebeğe bulaşması oldukça nadir görülür. Vajen içinde aktif siğilleri bulunan kadınlarda sezaryen ile doğum önerilmektedir. |
Gebelikte sık görülen hastalıklar ve ilaç kullanımı |
![]() GEBELİK BULANTI VE KUSMALARI Bulantı ve kusma gebelerin %70-85 ini etkileyen bir durumdur. Bulantı-kusma gebelerin %2’sinde şiddetli hale gelebilir. Çoğul gebeliğin yanında, ailede veya önceki gebelikte şiddetli kusmaları olanlar risk grubundadır. Gün içi bulantı süresine, kusma sıklığına ve kilo kaybına göre durumun şiddeti değerlendirilir. Günde 6 saatten fazla bulantı hissi olan ve 5 kereden fazla kusan gebeler ileri tetkik ve değerlendirme için doktora başvurmalıdırlar. Bulantı ve kusmanın tedavisi önlemle başlar. Gebe kalmadan önce multivitamin destek alan hastalarda bulantı ve tedavi gerektiren şiddette kusma daha nadir olarak izlenir. Sık ve az yemek, yağlı –baharatlı yiyeceklerden kaçınma, proteinli gıdalar tüketmek ve yatak başında kraker bulundurularak kalkmadan tüketilmesi şikâyetlerin azalmasını sağlar. Hafif-orta şiddetteki durumlarda B6 vitamini, metoklopramid (metpamid), trimetobenzamid (emedur) gibi ilaçlar kullanılabilir. Ağır vakaların hastaneye yatırarak tedavi edilmesi gerekebilir. GEBELİK REFLÜSÜ Sadece yaşam tarzı değişiklikleri bile şikâyetlerin azalmasında etkili olmaktadır. Yastık sayısını artırmak, baharatlı yiyeceklerden, kahve ve çikolatadan kaçınmak, aşırı kilo almamaya dikkat etmek, yemeklerden hemen sonra yatmamak ve sık aralarla küçük öğünler yemek bu önlemlerden sayılabilir. Tüm bunlara rağmen şikâyetlerinde gerileme olmadığı takdirde doktor kontrolü altında aşağıdaki ilaçlar kullanılır. 1)Antiasitler 2) H2 reseptör antagonistler i Bu tür ilaçlar magnezyum, alüminyum, kalsiyum, karbonat gibi metal tuzları içermektedir. Gaviscon, Rennie ,Talcid adlı ilaçların tablet ve süspansiyon formları bulunmaktadır. Yemeklerden sonra yaklaşık 30 dakika – 1 saat sonra ya da ağrı anında tablet emilir veya 1–2 ölçek süspansiyon içilir. Antiasitlerin gebelikte kullanımı güvenlidir fakat uzun süreli ve yüksek doz kullanımında metal tuzlarının birikimi söz konusu olduğundan dikkat edilmelidir. H2 Reseptörler Antagonistleri Antiasitlere cevap vermeyen inatçı reflü şikâyetleri olan hastalarda H2 reseptör antagonistleri kullanılır. Etkisi hızlı değildir. İlacın emilimi ve vücutta dağılımı için zamana ihtiyaç vardır. Famotidin (famodin), simetidin, ranitidin (ranitab, zantac) bu grup ilaçlardır. Gebelikte kullanımında, ilk trimesterde bile doğumsal anomali artışı tespit edilmemiştir. Bu grup ilaçlar plasentadan geçerler. Doktor kontrolünde kullanılmalıdırlar. Proton pompa İnhibitörleri Gebe olmayan hastalarda ülser, gastrit ve reflü tedavisinde kullanılır.Omeprazol (demeprazol), esomeprazol (nexium) ve lansoprazol(lansor) bu grup ilaçlara örnektir. Bebekte kalp , yüz, böbrek anomalilerine sebep olabilir. Her ne kadar fetusta anormallik yaptığı gösterilmemişse de genelde gebelikte kullanılması önerilmez. KABIZLIK Gebelikte kabızlık özellikle ilk ve 3. trimesterda daha fazla olmak üzere sık karşılaşılan bir durumdur. Gebelikte artan progesteron hormonu ince ve kalın barsak hareketlerini yavaşlatır. Bol sıvı almak, fiziksel aktiviteyi arttırmak, lifli gıdalarla beslenmek gebeleri kabızlıktan korur. Bunlara rağmen şikayetler devam edecek olursa kullanılabilinecek ilaçlar şöyledir. Osmotik laksatifler : Laktuloz ( Duphalac, laktulak, osmolak, importal vb) Sorbitol (kansilak, sabalaks lavman vb) Katyonik laksatifler: magnesium hidroksit (Magnokal, magnesie calcinee, magcine) Uyarıcı laksatifler: Bisakodil (laksotek, bekunis, bisakol, sekolaks) GEBELİKTE DEPRESYON VE ANTİDEPRESAN KULLANIMI Depresyon üreme çağındaki kadınlarda sık olarak rastlanır. Gebelerin de %10-20’sinde depresyon görülür. Destek gruplarına katılım, psikoterapi ve ilaç kullanımı tedavi seçenekleridir. Gebelik öncesi depresyon tanısı ile tedavi alan hastalarda kısmi cevap olur olmaz veya gebelik tespit edilir edilmez antidepresanların erken kesilmesi durumunda depresyonun tekrarlama olasılığı yüksektir. Fakat gebelik öncesi paroksetin ve venlafaksin grubu antidepresan başlanan hastalarda gebelik tespit edildiğinde bu ilaçlar kalp anomalisi riskini arttırdığı ve yenidoğanda yoksunluk sendromuna (bebekte titreme, mide -bağırsak problemleri, uyku bozuklukları ve tiz sesle ağlama) neden olabileceğinden kesilmeleri önerilir. Serotonin gerialım inhibitörlerinden fluoksetin (prozac, depreks, depset,florac, fulsac) gebelikte kullanımının bebek üzerine etkisi en fazla araştırılan depresyon ilacıdır. İlk trimesterde bile kullanımının bebek üzerine olumsuz etkilerinin olmadığı çalışmalarla kanıtlanmıştır. Sertralin, sitalopram, essitalopram gibi diğer serotonin gerialım inhibitörleri yeni kuşak ilaçlardır. Doğumsal anomalilerle ilişkili bulunmamışlardır fakat bu ilaçlar daha küçük ölçekli çalışmalarda incelenmişlerdir ve güvenirliliklerinin kanıtlanması için daha geniş çaplı araştırmalara ihtiyaç vardır. GRİPAL ENFEKSİYONLAR VE SİNÜZİT Grip ve sinuzit gebelikte sık karşılaşılan durumlardır. Asıl olan hastalıktan korunmaktır. Damlacık yoluyla havadan bulaşan bir hastalık olduğundan grip salgınları sırasında kapalı yerlerde uzun süre kalmamak önemlidir. Gebelik sırasında bağışıklık sistemi de etkilendiğinden hastalık her zamankinden daha uzun sürebilir. Grip sebebi viruslerdir ve antibiyotikler viruslere etki etmediklerinden kullanımı yararsızdır. Hastalık seyri sırasında şikayetleri azaltmak için bir takım önlemler alınabilinir. • Sıvı alınımını artırmak. Taze sıkılmış meyve suları hem sıvı ihtiyacınızı karşılar hem de iştahınızın azalmasıyla oluşan besin açığının bir kısmını telafi eder. • İştahınız azalmışsa kendinizi 3 büyük ana öğün yemeğe zorlamayın.Bunun yerine 6 küçük öğün yapın. • Dinlenme zamanınızı arttırın. • Yastıklarla sırtınızı yükseltmek nefes almanızı rahatlatıp, genize doğru olan akıntıyı da azaltacaktır. Gribin oluşturduğu rahatsızlıkları azaltmak için ilaçlar da kullanılabilinir. İlacın kullanım yolu önemlidir. Ağız yoluyla alınan bir ilaca kıyasla burun spreyi veya damla olarak kullanımda bebeğe geçen ilaç miktarı çok daha az olacaktır. Bu nedenle mümkün olduğunca lokal etkili ilaçlar tercih edilmelidir. • Burun tıkanıklığı için serum fizyolojik veya okyanus suyu spreyleri ve buğuseptil gebeliğin her ayında rahatlıkla kullanılır. • Soğuk algınlığı, kırıklık, kas ağrıları ve hafif ateş için gebeliğin her ayında parasetamol (minoset, parol vb) içeren ilaçlar kullanılabilinir. • Nezle için gebeliğin 3. ayından sonra psödoefedrin içeren (sudafed,eksofed, rinogest) ilaçlar kullanılabilinir. • Nezle için kullanılan Otrivin ve illiadin gibi ilaçlarda damarları kasan maddeler olduğundan bunlar özellikle rahim içi gelişme geriliği riski olan gebeliklerde uterin arter (rahimi besleyen damar) kasılmasına neden olarak bebeğe giden oksijenin azalmasına neden olabilir. Sağlıklı gebeliklerde ise böyle bir etki görülmemiştir. • Boğaz ağrısı için hafif tuzlu suyla gargara veya pastiller (strepsils, viks, bepantehene) kullanılabilinir. Ateşinizi mutlaka günde en az bir kez takip edin. Ateşiniz 38 derecenin üzerine çıkarsa ve nefes darlığı, sarı-yeşil balgam çıkarma, göğüs ağrısı, yutkunmakta yemek yemenize engel olacak şekilde boğaz ağrısı gibi şikayetleriniz olursa mutlaka doktora başvurmalısınız. |
Kordon kanı depolaması |
![]() Ne yazık ki doğum yapmak için başvuran hastalar bu konuda yeterince ve doğru biçimde bilgilendirilmemektedir. Çoğu zaman hamile kadınlara ‘’ kordon kanı yeni doğacak bebeğiniz ve/veya aile bireylerinde ileride gelişebilecek lösemi ve lenfoma gibi kanserlerin kök hücre nakli ile tedavisinde kullanılmak üzere saklanmaktadır’’ şeklinde yeterince doğru ve aydınlatıcı olmayan bilgi verilmektedir. Bu yazıda hem hastaların hem de hekimlerin doğru biçimde bilgilendirilmesi amaçlanmıştır. Kordon kanından elde edilecek kök hücreler kemik iliği veya kanda dolaşan kök hücrelere göre 2 açıdan üstündür: 1. Doku reddi olmaması için kemik iliği veya kanda dolaşan kök hücrelerle yapılacak nakilde tam doku uyumu gerekirken, kordon kanından elde edilen kök hücre nakillerinde bu uyumun tam olması gerekmemektedir. Başka bir deyişle vücut kısmi uyumlu bile olsa dokuyu reddetmemektedir. Bu çok önemli bir avantajdır zira tam uyumlu doku bulmak kan ve kemik iliği de dahil her türlü organ nakillerinde en büyük sorundur. Kısmı uyumlu verici bulma şansı çok daha fazladır. 2. Graft versus host (vücudun nakli ret etmesi) reaksiyonu olarak bilinen ve vericide bulunan özel bir kan hücresi (T lenfosit) aracılığı ile alıcı vücudunda başlatılan değişen derecelerde ve hızda doku hasarı (deri, karaciğer, barsak ve akciğer) ile karakterize hastalık kordon kanı kök hücreleri ile yapılan nakillerde daha az görülmektedir. Kordon kanı tüm dünyada iki ayrı şekilde saklanmakta veya bankalanmaktadır. Bunlardan birincisi kişisel bankalama olarak bilinen ileride hastanın kendisi tarafından kullanılmak üzere saklanması, diğeri ise aynen kan bankaları gibi halka yönelik olarak kullanılmak üzere saklanmasıdır. Kişisel bankalanma daha çok kar amacı güden şirketler tarafından sağlanmakta ve ülkemizde de en çok bu şekli ile uygulanmaktadır. Aileler kişisel kordon kanı saklamasını ya hiç bir neden olmadan (ailede kök hücre naklini gerektirebilecek herhangi bir hastalık mevcudiyeti veya şüphesi olmadan) istemekte (biyolojik sigorta); veya ailede böyle bir hastalık varsa önlem olarak uygulamaktadır. Halka açık kullanım için ise gelen kordon kanı örneklerinin ise doku tiplemesi yapılarak bu amaçla geliştirilmiş bir ağ üzerinden veri izleme ve taraması yapılmasına izin verilerek ihtiyaç olduğunda başka bir hasta için kullanılması amaçlanmaktadır. 1997 yılında Amerikan Kadın Hastalıkları ve Doğum Cemiyeti (American College of Obstetrics and Gynecology) bir açıklama yaparak ailelere bir risk değerlendirmesi ve saklanan kordon kanının dönüşü konusunda gerçekçi bilgilendirme yapılmadan kişisel amaçlı kordon kanı saklanmasının doğru olmadığını deklere etmiştir. Bunun nedenleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir: 1. Kişisel olarak depolanan kordon kanından elde edilen kök hücrelerin hastanın kendisine nakledilmesine ait çok az sayıda çalışma vardır. 2. Kordon kanından elde edilen kök hücreler aynı hastada gelişen genetik ve metabolik hastalıkların tedavisinde kullanılamaz zira aynı genetik değişiklik potansiyeli o kök hücrelerde de mevcut olabilir. 3. Çocukluk çağı lösemilerinin (kan kanseri) tedavisinde hastanın kendi kordon kanı kök hücreleri kullanılamaz çünkü daha sonra lösemi gelişen çocukların kordon kanı kök hücreleri incelendiğinde lösemiye yol açan bozukluklar o hücrelerde de saptanmıştır. 1999 yılında ise Amerikan Çocuk Doktorları Akademisi ( American Academy of Pediatrics) yayınladığı bildiride kişisel amaçlı saklanan kordon kanına kişinin ne oranda ihtiyaç duyacağı bilinmediği ve son derece düşük olduğu tahmin edildiğinden (2700 de bir ile 200.000 de bir arasında) şayet ailede kök hücre nakli ile tedavi edilebilecek bir hastalık yoksa bu amaçla kordon kanı saklanmasını önermemekte ve bunun bir biyolojik sigorta olarak görülmesinin yanlış olduğunu belirtmektedir. 2007 yılında Amerikan Çocuk Doktorları Akademisi aynı deklerasyonu yenilemiş ve Amerikan Tıp Cemiyetinin Etik ve Hukuki İlişkiler Konseyi (The Council on Ethical and Judicial Affairs of the American Medical Association) ile Amerikan Kan ve Kemik İliği Nakli Cemiyeti (the American Society for Blood and Marrow Transplantation) bu bildiriyi destekleyen açıklamalar yapmışlardır. 2009 yılında kök hücre nakli yapan kan hastalıkları uzmanlarının ortak görüşüde bu yönde olmuştur. Avrupa birliğinin bilim ve yeni teknolojiler etiği çalışma grubu (European Commission’s Group on E thics in Science and N ew Technologies (EGE)), İngiliz Kraliyet Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları Derneği (Royal College of Obstetricians and Gynaecologists (RCOG)) ve Dünya Kemik İliği Vericileri Birliği (World Marrow Donor Association) kendi deklerasyonlarında kişisel saklanan kordon kanı ile bebeğpin kendisi ve aile bireylerinde ileride oluşabilecek ciddi hastalıklara karşı koruyucu olacağı yönünde yapılan spekülasyonlar konusunda uyarılmaları gereğini vurgulamışlardır. Sonuç itibari ile tüm bu dernekler ve çalışma gruplarının kişisel amaçlı kordon kanı bankalanması hakkında vardığı ortak sonuç ve önerileri şöyledir: 1. Kordon kanı saklanması hakkında bilgi edinmek isteyen çiftler kişisel ve halka açık saklanma ve işlemlerin avantaj ve dezavantajları konusunda bilgilendirilmesi, 2. Eğer ailede kordon kanı kök hücreleri ile tedavi edilebilecek bir hastalık mevcut değil ise kişisel saklamanın önerilmemesi, a. Kord kanın kök hücrelerindede kanser öncesi değişimler tespit edilmesinden b. Hastanın kendi kord kanına ihtiyaç duyma oranının düşüklüğünden dolayı 3. Kordon kanı alınmasının doğum sonunda kordonun klempleme zamanlamasını değiştirmemesi grektiği, 4. Kordon kanını saklayan şirketlerin kök hücrelerinde tespit edilen anormal sonuçları aileye bildirme zorunluluğu getirilmesi, 5. Kordon kanı alınmasının zor komplike olmuş doğumlarda önerilmemesi, 6. Kordon kanının saklanmasını öneren kişi veya kurumların kanı saklayan kişi veya kurumlara herhangi bir ticari veya diğer bağlantıları olmadığı konusunda aileye bilgi vermeleri gerektiği vurgulanmaktadır. |
Gebelik dönemi ve beslenme |
![]() Besin gruplarından ilki büyüme ve gelişme için oldukça önem taşıyan proteinden zengin et grubudur. Bunun yanı sıra B vitaminleri demir ve çinkodan da oldukça zengin olan bu besin grubuna kümes hayvanları, balık, kırmızı et, kurubaklagil ve yumurta girmektedir. Kişisel gereksinimlerin değişeceği de göz önünde bulundurularak pratik bir öneri sunacak olursak; normal ağırlıkta ve normal fiziksel faaliyete sahip bir anne adayının günlük protein gereksinimine ek olarak 10 gr protein önerilir ki bu da tüketmesi gereken et grubuna gebelik döneminde 1-2 porsiyon ek yapması anlamına gelir ve bu miktar toplam olarak günlük 3-4 köfte büyüklüğünde ete, tavuğa, yumurtaya veya peynire denk gelmektedir. Alınan günlük proteinin, %60-70’inin vücutta tam kullanılabilir (yani bio yararlılığı yüksek) protein kaynağından alınması önerilir. Bunlar da hayvansal kaynaklı besinlerden sağlanabilir. Vejetaryen olan ve protein gereksinimlerinin büyük bir kısmını bitkisel kaynaklı besinlerden sağlayan anne adaylarına öğünlerinde mutlaka kaliteli protein kaynakları bulundurmaları önerilir. Bunun için kuru baklagiller, soya fasulyesi, soya sütü, tofu gibi gıdalar alınabilir. Diğer bir besin grubu ise protein ve kalsiyumdan zengin olan süt ve süt ürünleridir. İskeletin oluşumunu sağlayan, kemik ve dişlerin yapısında yer alan kalsiyum, fosfor ve magnezyum gibi mineralleri içermeleri nedeniyle gebelik döneminde oldukça gereklidirler. Bu dönemde anneden bebeğe kalsiyum taşınır. Beslenmede yeterli kalsiyumun alınmaması gereksinimlerin artmasıyla beraber annenin kemiklerinden çekilerek kemiklerin zayıflamasına neden olur. Süt grubu besinlere süt, yoğurt, peynir ve ayran girmektedir. Günlük hayatta normal koşullarda kalsiyum ihtiyacımızın karşılanması için gerekli 2 su bardağı süt veya yoğurt ve ek olarak peynir tüketimimiz yeterli olurken gebelik döneminde bu miktarı yine kişisel gereksinimleri göz önünde tutarak 1 su bardağı kadar artırdığımızda günlük gereksinimiz karşılanmış olur. Günlük enerji ihtiyacımızın çoğunu tahıllardan karşılarız. Ekmek, pirinç, makarna, bulgur, patates gibi besinler bu grubun içerisinde yer almaktadır. Kişiye bağlı olarak değişmekle beraber sağlıklı yetişkin bir kadın için günlük ortalama 8–10 porsiyon tüketilmesi gereken bu besin grubuna hamilelik döneminde 1–2 porsiyon ek yapılması bu dönemdeki gereksinimi karşılamak için yeterli olacaktır. Vücudumuz için gerekli vitamin, mineral ve posa ihtiyacımızı karşılamaya yardımcı diğer iki grup ise sebze ve meyvelerdir. Bu besin gruplarından günlük minimum 5–6 porsiyon tüketilmesi gebelik döneminde ihtiyaçların karşılanması için yeterli olacaktır. Böylece gebelikte sıklıkla karşılaşılan kabızlık sorunu azalacak ve birçok sağlık sorunu yaratan aşırı kilo alımı engellenecektir. Diğer bir gerekli besin grubu da yağlardır. Önemli olan yağları tüketirken uygun yağ asitlerini bir arada kullanmaya özen gösterilmelidir. Pratik bir öneri olarak haftada 2 kez balık tüketilmesi ile birlikte her gün bir miktar zeytinyağı ve buna eşit miktarda mısırözü, soya yağları veya az miktarda fındık, badem tüketilmesi bu yağ asitlerinin dengelenmesini sağlayacaktır. ÖNEMLİ YAĞ ASİTLERİ VE KAYNAKLARI Omega 3: Ton balığı, somon, sardalye, uskumru, konola yağı Omega 6:soya yağı, ay çiçek yağı, mısırözü yağı Omega 9: fındık ve zeytinyağı, ceviz, fındık yağı GEBELİKTE BAZI VİTAMİN VE MİNERALLERİN BESLENMEYLE ALINMASI Anne adaylarının özellikle yeterli almaları gereken bir vitamin olan folik asit B grubu vitaminlerindendir. Yetersizliğinde bebeğin gelişiminde olumsuz etkileri bilinen folik asitin bu dönemde günlük 400-800 mikrogram alınması tavsiye edilir. Folik asidin en iyi kaynağı, karaciğer, diğer organ etleri, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, tam buğday unu ve yağlı tohumlardır. Daha fazla folik asit alabilmek için normal beslenmemize 4 çorba kaşığı kurubaklagil veya 1 dilim tam buğday ekmeği veya 1 su bardağı portakal suyu veya 1 kase ıspanak salatası eklemek yeterli olacaktır. FOLİK ASİT KAYNAKLARI mcg Yarım kase haşlanmış ıspanak 130 Yarım kase kurubaklagil haşlama 125 Portakal suyu(1 bardak) 110 Tam buğday (1/4 kase) 80 Avokado 1/2 55 Yağsız süt (250 cc) 15 Kuru fıstık(30 gr) 40 Kıvırcık(125 gr) 40 Gebelik öncesi ve gebelik boyunca anne adaylarının besinleriyle veya ek olarak takviye edilmeleri gereken demir önemli bir mineraldir. Anne adaylarının demirden yeterli beslenmeleri bebeğin beyin gelişimini olumlu olarak etkileyeceği gibi sıklıkla görülen demir eksikliğine bağlı oluşabilecek kansızlığı da önemli ölçüde engeller. Gebelik döneminde kişisel farklılıklar da göz önünde bulundurmak kaydıyla günlük 25-27 mg demir almaları yeterli olacaktır. Demir yiyeceklerde iki formda bulunur. Heme formunda demir: Et, balık, tavuk, hindi, yumurta gibi hayvansal gıdadan alınır. Vücut tarafından emilimi daha yüksektir. Heme formunda olmayan demir: Bitkisel kaynaklı demir içeren gıdalar bu formdaki demiri içerirler. Demirin vücutta daha iyi emilebilmesi için bir C vitamini kaynağıyla beraber tüketilmesi tavsiye edilir. Bunun yanında kahve, çay gibi içeceklerdeki bazı bileşikler, baklagillerde bulunan fitik asit demirin emilimini azaltabilir. |