Rahim İçi Yapışıklıklar

Asherman Sendromu – Rahim İçi Yapışıklık
Rahim iç kısmında meydana gelen yapışıklıklar intrauterin sineşi olarak adlandırılırlar. Hastalık, tabloyu ilk kez 1948 yılında “travmatik amenore” ismiyle tanımlayan Dr. Joseph G. Ashermanın anısına ithafen Asherman Sendromu da olarak adlandırılmaktadır.
NEDEN OLUR?
Asherman sendromu gelişmiş ülkelerde çok sık karşılaşılan bir problem değildir. Bu ülkelerde sendroma yol açan en önemli faktör rahim içine uygulanan cerrahi girişimlerdir. Bu girişimlerden en sık uygulanan ise gebelik sonlandırılması yani kürtajdır. Özellikle işlem sırasında bir enfeksiyon varsa, kürtaj sonrası enfeksiyon ortaya çıkarsa ya da içeride parça kalırsa rahim içinde nedbe dokusu oluşma ve yapışıklık meydana gelme riski artar. Özensiz ve eski tekniklere göre uygulanan işlemler de endometrium tabakasının derinliklerine zarar vererek yapışıklık olma riskini arttırır. Yapılan bir çalışmada içeride parça kalması nedeni ile yeniden kürtaj yapılmak zorunda kalan kadınlarda Asherman Sendromu görülme oranının %40a kadar çıkabileceği gösterilmiştir. Öte yandan myomektomi ve hatta sezaryen gibi operasyonları takiben de asherman sendromunun geliştiği bildirilmiştir.
Cerrahi bir girişim olmaksızın da Asherman sendromu gelişebilir. Özellikle şiddetli pelvik iltihabi hastalığın bu duruma neden olabileceği gösterilmiştir. Gelişmiş ülkelerde neredeyse hiç görülmeyen ancak ülkemizin de dahil olduğu gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerde sıkça karşılaşılan bir başka neden de tüberküloz yani verem hastalığıdır. Akciğerlerden kan yolu ile pelvik bölgeye gelen verem enfeksiyonu hem tüplerde hem de rahim içinde yapışıklıklara neden olabilir. Benzer şekilde schistosomiasis adı verilen bir parazit enfeksiyonu da nadir görülen diğer bir nedendir.
BELİRTİLERİ
Daha önceden herhangi bir yakınması olmayan bir kadında aşağıdaki bulguların kürtaj işleminden sonra ortaya çıkması durumunda Asherman sendromu ilk planda akla gelmelidir
Adet kanamalarının kesilmesi (amenore) (%42 olguda)
Adet kanaması miktarının azalması
Kısırlık (%63 olguda)
Tekrarlayan düşükler
TANI
Yukarıdaki yakınmaların varlığında ve öyküde geçirilmiş kürtaj saptanması durumunda Asherman sendromundan şüphelenilir. Jinekolojik muayenede herhangi bir anormal bulguya rastlanmaz. Rutin ultrasonografide endometrium normale yakın görülebilir ancak rahim içine sıvı verilerek yapılan ultrasonografide rahim boşluğu içindeki yapışıklıklar görülebilir. Kesin tanı çekilecek olan bir histerosalpingografi (HSG, rahim filmi) ile konur.
TEDAVİ
Asherman sendromu kısırlığa ya da adetlerin kesilmesine neden oluyor ise tedavi edilmelidir. Hastalığın tedavisi cerrahidir ve yapışıklıkların kesilmesi şeklinde uygulanır. Bu işlem ancak histeroskopik yöntem ile mümkündür.
Bazı çok ince ve yüzeysel yapışıklıklar rahim ağzının genişletilmesi sırasında ya da yapılacak olan ikinci bir kürtajla açılabilir. Ancak bu tedavi yaklaşımı histeroskopinin olmadığı eski dönemlere ait bir uygulamadır ve modern jinekoloji ile kısırlık tedavilerinde yeri kalmamıştır.
Skar dokusu yani yapışıklar açıldıktan sonra yeniden oluşmasını engellemek amacıyla belirli bir süre için spiral ya da balon konularak kavitenin dolu olması sağlanır. Bu sırada endometrium tabakasının gelişmesi ve tüm rahim içini kaplaması için hastaya östrojen hormonu verilir.
TEDAVİNİN KOMPLİKASYONLARI NELERDİR?
Histeroskopik cerrahiye bağlı olarak kanama, rahimde delinme ve pelvik enfeksiyon görülebilir. Ancak bunlar çok nadir karşılaşılan sorunlardır. Histeroskopik cerrahi hastanede yatmayı gerektirmeyen hatta bazı durumlarda muayenehane şartlarında anestezi dahi gerektirmeyen bir cerrahi tekniktir.
Asherman sendromunun en önemli komplikasyonu tedavinin başarısız olması ve durumun tekrarlamasıdır. Yapışıklıkların açılarak endometriumun bir gebeliği taşıyacak hale gelebilmesi için birden fazla sefer histeroskopik girişim gerekebilir ve bu hastaların önemli bir kısmında gebelik için yardımcı üreme tekniklerine başvurmak gerekli olabilir. Kliniğimizde tüberküloza bağlı intaruterin sineşi nedeni ile 6 kere histeroskopi ve mikroenjeksiyon tedavisini takiben sağlıklı bir kız çocuk dünyaya getiren hastamız mevcuttur.
Yapışıklıkların çok yoğun olduğu ve rahim içindeki boşluğun tamamen kapalı olduğu durumlarda tedavi mümkün olmayabilir.
Yapılan çalışmalarda kürtaja bağlı Asherman sendromu gelişen olgularda histeroskopi ile sineşi açılmasını takiben gebelik oranının %42, canlı doğum oranının ise %32 civarında olduğu görülmüştür. Ancak bu olgular plasentanın rahimin kas tabakasına doğru ilerlemesi olarak tanımlayabileceğimiz placenta accreta ve buna bağlı doğum sonrası kanama problemleri açısından yüksek risk altındadırlar.
Benzer şekilde yapışıklıkların histeroskopik olarak açıldığı hastalar hamile kaldıklarında, hamileliğin ilerleyen dönemlerinde rahmin kendiliğinde yırtılması (uterin rüptür) olgularına da rastlandığından bu hastaların gebelik takipleri özenli şekilde yapılmalı ve rüptür açısıdan uyanık olunmalıdır.
TEDAVİNİN SONUÇLARI NASILDIR?
Histeroskopik sineşi açılması sonrası başarı şansının önceden kestirilmesi neredeyse olanaksızdır. Rahimin içini döşeyen endometrium 3 ayrı tabakadan oluşmuştur. En üstteki tabaka her adet döneminde kalınlaşan ve gebelik oluşmadığında dökülerek adet kanaması ile birlikte dışarı atılan tabakadır. En altta bulunan bazalis tabakası ile dökülen endometriumun yeniden kalınlaşmasını sağlayan bir çeşit rezervuar olarak işlev görür. Bazalis tabakasının altında ise rahimin kas tabakası olan myometrium bulunur. Eğer yapışıklıklar bazalis tabakasında durum daha umutludur. Yapışıklıklar açıldığında var olan bazalis tabakası işlev görmeye başlayacak, östrojen hormonunun etkisi ile çoğalarak fonksiyonel üst tabakanın oluşmasına olanak sağlayacaktır. Ancak eğer bazalis tabakası rahim içinde çok az miktarda kaldıysa ve yapışıklıklar asıl olarak kas dokuları arasındaysa bu durumda aktif işlevsel bir endometrium tabakasının oluşması çok uzak bir olasılıktır ve tedavinin başarısız olması daha sık karşılaşılan bir sonuçtur.
Tedavinin başarısını değerledirmek için 1-2 ay sonra rahim filminin yeniden çekilmesi uygun olur.
Kürtaja bağlı Asherman sendromu gelişen olgularda tedavinin başarılı olma şansı %60-90 arasında yken tüb erküloza bağlı olgularda bu oran çok daha düşüktür.

 

Septum (rahim içi perde)

Rahim ve/veya vajenin anne karnında iken olan kusurlu gelişiminden kaynaklanır. Nedeni belli değildir. En sık görülenler rahim ve vajenin gelişimine iki parça halinde başlayıp orta hatta birleşememesi sonucu oluşan anormalliklerdir. Bunlara füzyon (birleşme) hataları denir.

Birleşme hataları içinde en sık görüleni septumdur. Septum (çatal rahim; rahim içi perde) rahmin bir duvar veya perde ile yukarıdan aşağıya doğru ikiye bölünmüş olmasına verilen isimdir. Derinliğine göre yani rahmin alt bölmesine ne kadar indiğine göre şiddeti (hafif, orta, derin) değişir.

Neden önemlidir? 

Septum ön planda bir kısırlık (infertilite) nedeni olarak görülmemektedir. Özellikle septum düşük ve erken doğumlardan sorumlu olabilir. Önceleri sadece geç düşükler septuma bağlanırken bugün erken düşüklere de yol açabileceği kabul edilmektedir.

Nasıl tanı konur? 

Tanı vajinal ultrason ile konabilir. Rahim filmi de tanıda yardımcıdır ancak septum ve bikornus ayırıcı tanısını yaptırmaz. Histeroskopi ile tanı kesinleşir. Tüplerin açıklık durumu değerlendirmek gerekmiyor ise rahim filmi çektirmiyoruz. Histeroskopi yaparken de laparoskopi yapılması için başka bir gerekçe yoksa uygulamıyoruz.

Nasıl tedavi edilir? 

Septumun altın standart tedavisi histeroskopi ile kesilmesidir. Kesme işlemi makas, elektrik enerjisi veya lazer kullanılarak yapılabilir. En fazla kabul gören yöntem elektrik enerjisi ile septumun kesilmesidir. Deneyimli ellerde tedavi çok başarılıdır ve daha önce düşük ve erken doğum öyküsü olan kadınların %90’ında doğum ile sonuçlanan gebelik elde edilebilir. Kısa bir genel anestezi ile vajinal yoldan yapılan cerrahi sonrasında hastanede kalmak gerekli değildir. Komplikasyonları son derece az görülür. En önemlisi rahim ağzının genişletilmesi sırasında veya kesme işlemi sırasında rahmin delinmesidir. Bu olasılık deneyimli cerrahlar arasında pek görülmez.

Ofis Histeroskopisi

Ofis Histeroskopi Nedir?

Rahim içi dokusunu (endometrium) incelemeye yarayan bu endoskopik yöntemle uterusun içini ilgilendiren anormallikler tespit edilebildiği gibi rahim içi dokusundan parça almak veya küçük patolojilerin ( küçük polip, myom vs.) tedavisini yapmak mümkündür.
Histeroskopi ile genel olarak rahim içinde myom, tümör, yapışıklık, enfeksiyon ve doğuştan anormallikler gibi patolojilerin teşhisi yapılabilmektedir. Histereskopi kısırlık, tekrarlayan düşük veya ağrı, kanama gibi durumların araştırılmasında başvurulan önemli tekniklerden birisidir.
Tekrarlayan başarısız tüpbebek denemeleri sonrasında rahim içinde gebeliğe engel bir patoloji olmadığının gösterilmesi ofis histeroskopinin kullanım alanlarından birisidir. Bazı Avrupa ülkelerinde bu işlem tüpbebek uygulamalarına başlamadan önce yapılması zorunlu tetkikler arasındadır.
HİSTERESKOPİ NEDİR?
Rahim ağzı ve rahim içini döşeyen dokunun endoskop yardımı ile incelenmesi Histereskopi olarak adlandırılmaktadır. Bu amaçla kullanılan alet birkaç milimetre çapında bir tüp, buna bağlı ışık kaynağı ve kameradan oluşmaktadır. Rahim ağzından ilerleyerek rahimin içine kadar yerleştirilen bu tüp yardımıyla görüntü kamera vasıtasıyla monitöre aktarılmaktadır. Bu görüntü, işlem esnasında hasta tarafından da izlenebilmektedir. Bu tüpün içinden geçebilecek şekilde tasarlanmış milimetrik cerrahi aletlerle basit cerrahi işlemleri yapmak mümkün olabilmektedir.
HİSTERESKOPİ NASIL YAPILIR?
İşlem, bir kadın hastalıkları uzmanı tarafından herhangi bir anesteziye gerek duyulmaksızın adet kanaması dışında bir zamanda, tercihen kanamanın hemen bitimini takip eden günlerde yapılmaktadır. Steril koşullarda histeroskop rahim ağzından geçerek rahim içine kadar ilerletilmektedir. Bu esnada tüpün ucundan serum verilerek rahim içi doldurulmakta ve bu sayede rahim içi tamamen görünür hale getirilmektedir. İşlemin tamamı ortalama 15 dakika sürmektedir. İşlem öncesinde aç olmaya gerek olmadığı gibi hemen işlem sonrasında normal yaşantıya dönmek mümkün olmaktadır.
İşlem esnasında rahim kanalından rahime girerken hafif bir ağrı hissedilmekte, bunun dışında genel olarak işlem ağrısız seyretmektedir. Bu hafif ağrı kadınlar tarafından adet ağrısına benzetilmektedir.
RİSKLERİ NELERDİR?
İşlemin rahim duvarını irrite etmesine bağlı olarak hafif lekelenme tarzı kanamalar görülebilmektedir. Bunun dışında infeksiyon gibi daha ciddi problemlerin ortaya çıkmasıçok seyrektir.

Histeroskopi

Stres ve Kısırlık

Stres, bir kişinin herhangi bir olayı, korkutucu veya tehlikeli olarak algılaması sonucu oluşan durum olarak tanımlanabilir.

Stres sonuç olarak ,vücutta bazı organların aktivitelerinin artmasına neden olur.Bu hareketlilik, adrenal bezlerden salgılanan hormonların sinir sistemine yayılmasıyla oluşur. Akut stres,artan kalp çarpıntısı, kan basıncı ve solunum hızının yanında, yüzdesoluk bir görüntü ve ellerde terleme yapabilir.Kronik stres ise depresyona, bağışıklık sisteminde değişikliklere ve uyku düzeninde bozukluklara neden olur.

Stres Kısırlığa Sebep Olur mu?
İnfertilite’nin oldukça fazla stres yüklü bir deneyim olmasına karşın,stresin kısırlığa neden olduğunu söyleyecek çalışmalar yoktur.Nadir vakalarda, yüksek düzeydeki stresin, bazı kadınlarda hormon değişikliklerine ve düzensiz yumurtlamaya sebep oluğunu söyleyebiliriz Bazı çalışmalar da fazla stresin, kadınlarda tüp tıkanıklıklarına ve erkeklerde sperm üretiminin azalmasına neden olduğunu göstermiştir.

Kısırlık Stres Sebebi Olur mu?
Çalışmalar kısırlık tedavisi gören kadınların,kanser ve kalp ,gibi hayati rahatsızlıkları olan ve tedavi gören kadınlar kadar stres altında olduklarını göstermektedir.Üreme zorluğu çeken çiftler, her ay önce hamile kalma umuduyla,daha sonrada, gebeliğin gerçekleşmediği hallerde, hayal kırıklıkları ile kronik stres yaşamaktadırlar.

Kısırlık, Neden Strese Sebep Olur?
Kısırlık teşhisi konan bir çift vücutlarının ve yaşam planlarının kendi kontrollerinde olmadığını hissederler.Kısırlık, önemli bir yaşam amacı olan, anne- baba olma dürtüsünü tehlikeye düşürdüğünden, büyük bir kriz oluşturabilir.Bir çok çift yaşamlarını planlamaya alışıktır.Deneyimleri onlara, eğer bir şeyi çok ister ve çok çalışırlarsa elde edeceklerini göstermiştir.Ancak söz konusu kısırlık olunca, durum böyle değildir.Kısırlık testleri ve tedavileri fiziksel,psikolojik ve de finansal olarak stres yüklü olabilir.Kısırlık tedavileri sırasında, bir çiftin özel yaşamının gizemi oldukça kesintiye uğrar ve buda gelecekte ayrıca bir stres faktörü oluşturur. İnfertilite hastalarının kendi iş yaşamları ile doktor randevularını ayarlayabilme çabaları da streslerinin artmasına neden olur.

Stres Azaltıcı İp uçlar

Eşinizle iletişim hattınızı daima açık tutun.
Duygusal destek alınki, kendinizi soyutlanmış hissetmeyin.Bireysel veya çiftlere yapılan danışma seansları,destek grupları,kitaplar,duygularınızın normal olduğunu size göstererek, bu durumla baş etmenizi kolaylaştıracaktır.
Yoga ve Meditasyon gibi stresten arınma tekniklerini öğrenebilirsiniz.
Kafein gibi uyarıcıları aşırı kullanmaktan sakının.
Fiziksel ve duygusal gerginliği azaltmak için düzenli egzersiz yapın.
Eşinizin ve sizin birlikte rahat edebileceğiniz bir tedavi metodu seçin.
Mümkün olduğunca, kısırlık ve tedavisi hakkında çok şey öğrenin.

Stress IVF Sonuçlarını Etkilememektedir.

Gothenburg-İsveçteki Üniversite Hastanesi araştırmacılarının yaptığı bir çalışma, intertilite tedavisi sırasında kadının yaşadığı stres ve kaygının hamile kalma ihtimalini etkilemediğini ortaya koymuştur. Anketi cevaplandıran 166 kadından 139u, çalışma sırasında embriyo transferi için uygun koşulda idi. Bu kadınlardan 58i hamile kalırken, 81i hamile kalamadı. Kadının gerek ilk gerekse embriyo transferinden hemen önce gerçekleştirilen ikinci anket vasıtasıyla değerlendirilen ruh hali; hamile kalıp kalmaması durumunu etkilemiyordu.   Araştırmacılar kaygı ve depresyon yaşayan ve yaşamayan kadınlarda benzer hamile kalma oranları saptadılar. Bu nedenle yüksek kaliteliembriyoların varlığı hamile kalma konusunda tek belirleyici faktör olarak ortaya çıktı.

Çalışmada kullanılan anket Psikolojik Genel Durum Değerlendirme Indeksi (PGWB) olup, bu indeks bir kadının duygu durumunu, genel sağlığını, ilişkjilerini, yaşam stilini, yaşama bakış açıcını ve çocuk sahibi olma arzununun yoğunluğunu ölçmekte idi. İlk anket kadınlar tedaviye başlamadan önce uygulanmış olup, ikinci anket ise yumurtlama toplama işleminin hemen öncesinde uygulanmakta idi çünkü ebeveyn adayları en çok bu süreçte kaygı ve endişelerini dile getirmektedirler. İkinci anket embriyo transferinden önce gerçekleştirildiği için tedavinin başarılı olup olmaması olup olmamasından etkilenmemektedir. Yine de bu durum kadınların duygularını tüm açıklıkla dile getirdiklerini veya hissettiklerinden daha olumlu duyguları yansıtmadıklarını garanti edemez.
Geçmiş araştırmalar, stress ve gerilimin hamile kalma başarısı üzerindeki etkisi konusunda bir görüş birliği sağlamamaktadır. Bazı araştırmalar bu durumun etkili olduğunu iddia etmekte ve kadınları bu konuda uyarmaktadır.

Bu çalışma her ne kadar kesin bir cevap vermese de, yapısı ve örnek hacminin büyüklüğü itibariyle, stres ve kaygının bir kadının hamile kalması ihtimalini düşürmediği yolunda bir sonuca destek vermektedir.   Araştırmanın baş yazarı olan Dr.Lisbeth Anderheim “bu sonuçlar ve bilgileri kadınların bu konuda yaşadıkları kaygı ve endişeyi azaltmak amacıyla kullanabiliriz” demektedir.

Tekrarlayan Düşükler

Fark edilen tüm gebeliklerin veya ‘si düşükle sonuçlanmakla beraber daha önce hiç canlı doğum yapmamış ve 2 veya daha çok gebelik kaybı yaşamış kadınlarda bu olasılık 40’a yaklaşmaktadır. Tekrarlayan düşükler klasik olarak 3 veya daha fazla ardışık gebelik kaybı olarak tanımlanmış olmakla beraber özellikle kısırlık tedavisi sonrası elde edilen iki gebeliğin kaybedilmesi de gerekli incelemelere başlanması için yeterli görülmektedir. Genel olarak toplumdaki kadınların %1’i tekrarlayan düşük sorunu ile karşı karşıyadır.Tekrarlayan düşüklere anatomik, genetik, hormonal, mikrobik ve çevresel etkenlerin veya bağışıklık sistemi ve pıhtılaşma sistemindeki kusurların neden olabileceği öne sürülmüş ve araştırılmıştır.
Rahimdeki doğuştan şekil bozuklukları (septum, çift rahim gibi) kadar myomlar ve polipler gibi edinsel hastalıkların ve özellikle kürtaj sonrası gelişebilen rahim içi yapışıklıkların embriyoların yerleşmesine, gelişmesine veya yeterli kanlanmasına engel olarak gebelik kaybına neden olabildiği bilinmektedir.
Ultrasonografı ve histeroskopi ile bu sorunları tespit etmek ve gerekli cerrahi girişimlerle gidermek mümkündür. Erken gebelik kayıplarının yarısından fazlasında neden genetik sorunlardır. Genetik sorunların çoğunluğu anne veya babadan aktarılmamakta gebelik sırasında fetüste oluşmaktadır. Ancak tekrarlayan düşüklerin %2-4’ünde kalıtsal genetik kusurlar bulunmaktadır.
Dengeli translokasyonlar (yapısal kromozomal bozukluk) en sık görülen anomalilerdir; bunları mikrodelesyonlar, Robertsonyan translokasyonlar ve yapısal kromozom kusurları izler. Düşük materyalinin ve ailenin genetik incelemesi tanıda yardımcı olabilmektedir. Tekrarlama olasılıkları hakkında bilgi verebilir.
Kontrol altına alınamamış diyabet, tiroid hastalıkları veya kadınlardaki diğer sistemik hastalıklar yumurta gelişimi ve endometriyum gelişimini bozarak gebelik kayıplarına neden olabilmektedir.Yeni bir gebelikten önce her kadının kendi klinik durumuna göre gerekli incelemeler yapılarak gebelik öncesinde bu sorunların giderilmesi veya kontrol altına alınması gebelik sonuçlarını iyileştirebilmektedir.
Embriyonun babadan kaynaklanan antijenlerinin annenin bağışıklık sistemi tarafından yabancı olarak tanınıp gebeliğin tahrip edilmesini önlemek için gebelik sürecinde annenin bağışıklık sisteminde bazı değişikliklerin gerçekleştiği düşünülmektedir.
Rahme yerleşen trofoblastların bağışıklık sistemini uyaran MHC II antijenleri üretmemesi veya baba kaynaklı antijenleri kaplayarak annenin bağışıklık sistemi ile temasını önleyen blokan antikorların gelişimi gibi. Gebelik sırasında anne bağışıklık sisteminde değişiklikler yapan birçok madde üretilmektedir. Bunların bazıları gebelik lehine aktivite gösterirken (Th2, Il-3, Il-4, Il-5, Il-10, Il-13 gibi) bazıları da gebelik için zararlı olabilmektedir (Th1, TNF-alfa, TNF-beta, gamma-interferon, Il-2 gibi). Özellikle Th1 sitokinlerin plazentaya direkt zarar verebildiği düşünülmektedir. Üreme sorunları yaşayan kadınların kanlarında natural killer hücrelerin düzeyinin yüksek olduğu gösterilmişse de gebelik kayıplarındaki rolleri henüz tartışmalıdır. Sonuçta erken gebelikte bağışıklık sisteminin durumu tam olarak açıklığa kavuşmamıştır ve günümüzde buradaki olası sorunlara karşı etkin bir tedavi olmadığından rutin bağışıklık sistemi testleri yaptırmak
Babanın veya üçüncü kişilerin lökositlerini ile aşılama veya intravenöz gammaglobulin (IvIG) tedavileri eskiden beri denenmekte olan tedaviler olup büyük ölçekli çalışmalarda henüz bir faydaları gösterilmiş değildir. Bu nedenle Amerika ve Avrupa’daki üreme tıbbı dernekleri rutin test ve tedavilerini
Pıhtılaşma ve fibrinoliz (oluşan pıhtıların eritilmesi) insan vücudunda eş zamanlı oluşan süreçlerdir. Aralarındaki sağlıklı denge hem fazla pıhtılaşmayı (trombozis) hem de kanamayı önlemektedir. Dengeyi pıhtılaşma lehine bozan çeşitli doğumsal ve edinsel kusurlar mevcuttur. Gebelik sırasında pıhtılaşma eğilimi plasenta damarlarının tıkanmasına ve düşüklere neden olabilmektedir. Doğuştan gelen kusurlar içerisinde faktör V Leiden mutasyonu, protrombin gen mutasyonu ve hiperhomosisteinemi en sık görülenlerdir.
Daha nadir olanlar Protein C, protein S ve antitrombin III eksiklikleridir. Pıhtılaşma eğilimi artışı ile seyreden başka bir hastalık da gebelik kaybı ve gebelik sırasında gelişme geriliği, erken doğum gibi sorunlara neden olabilen Antifosfolipid sendromudur. Bu durumlar için gerekli testlerin yapılması ve tanı koyulmasını takiben gebelik sırasında heparin gibi kan sulandırıcı maddeler ile gebelik sonuçları iyileşebilmektedir.
Enfeksiyöz etkenlerin erken gebelik kayıplarıyla ilişkisi oldukça zayıf olup tekrarlayan düşüklere neden oldukları gösterilmiş değildir. Ancak olası bir gebeliğin devam etmesi durumunda oluşabilecek zararlardan dolayı taranmaları ve gereğinde tedavi edilememeleri göz önüne alınabilir.
Tüm bunların yanında fazla kilolu veya çok düşük kilolu olmak gebelik seyrini etkilemektedir beden kütle endeksi 19 – 25 kg/m2 aralığının dışındaki kadınlar yeterli folikasit de içeren dengeli bir diyetle normal vücut ağırlığına ulaştıktan sonra gebe kalmaya çalışırsa daha iyi olacaktır. Sigara, kafein, alkol kullanımı gebelik kaybıyla ilişkili bulunduğundan bu maddelerden kaçınılmalıdır. Kullanılan ilaçlar gözden geçirilerek uygun olmayanlar değiştirilmelidir.

Kısırlığın Psikolojik Yönü

Kısırlık Psikolojisi

Kısırlık Tanısı ve Tedavisinde Psikolojik Destek: Kısırlık tedavisi gören çiftlerin çoğu, çocuk sahibi olmak amacıyla görülen tedaviyi hem fiziksel, hem de duygusal açıdan büyük özveri gerektiren bir yaşam olayı olarak tanımlar.
Bu nedenle, tedavi döneminde çiftlerin fiziksel açıdan hazırlanması kadar ruhsal açıdan da tedaviye hazırlanmaları önemlidir. çiftlerin olası psikolojik ihtiyaç ve beklentilerini ifade edebilecekleri uygun bir ortamın yaratılması, tedavinin bütünselliği ve etkinliği açısından yararlıdır. çocuk sahibi olma ile ilgili yaşanan problemler çifte özel bir konu olmasına rağmen, toplumsal beklentilerin konuyla ilgili kararların alınmasında belirleyici bir etken olduğu görülür. çiftler, bu dönemde yaşadıklarını yakın çevresiyle paylaşmak konusunda çekimser kalabilir. Tedavi döneminde bir çok test ve tetkikle ilgili kararların alınması, olayın maddi boyutu, çocuk sahibi olmakla ilgili belirsizlik, çevresel etmenler, çiftlerin ruhsal açıdan duyarlı hale gelmelerine neden olabilir.
Umut ile umutsuzluk arasındaki çizgide beklentilerin tutulması ve bu beklentilerin alınan tetkik sonuçlarına göre kolayca değişebilir olması, endişe, korku, kızgınlık, mutluluk ve neşe gibi çok çeşitli duyguların yaşanmasına neden olduğu görülür.
Tedavi Sürecinin Psikolojik Etkileri Nelerdir?
Bireyin kişilik yapısı, hayata bakış tarzı, kısırlık probleminin bireyin nasıl algıladığı, özellikleçocuk sahibi olmanın anlamı tedavi sürecinin genel duygu durum üzerindeki etkisini belirler. Bunun yanında, aile yapısı, eşle olan ilişkiler ve sosyal ortam konuyla ilgili çevresel etmenleri oluşturur. Psikolojik etkilerin yapısını belirleyen etmenlerden önemli biri de fiziksel açıdan çocuk sahibi olma nedenleri ortaya konduktan sonra eşlerden birinin kendini “problem” kaynağı olarak görmesiyle ilgilidir.
Stresin yaşamın üzerindeki etkisine bakıldığında kısırlık problemiyle yakından ilşkili olduğu düşünülse de yapılan araştırmalar stresin, kısırlık üzerinde doğrudan bir etkisi olmadığını göstermektedir. Diğer yandan aynı araştırmalar, kısırlık probleminin strese neden olabileceğine işaret etmektedir. Kısırlığın genel tanımına bağlı olarak stres, kronik olarak yaşanacabileceği gibi, tedavi sırasında uygulamalara ve test sonuçlarına bağlı kısa dönemli stres de yaşanabilir. özellikle, tedavinin birden çok tekrarlandığı çiftlerde stres oranlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Kısırlığın anlamının yaşanan başarısız denemelerle kuvvetlenmesiyle, çiftlerin iç dünyasında kayıp, yas duygusuna dönüştüğü görülmektedir. Karşılıklı yaşanan bu duyguların eşler arasında paylaşılamaması da zaman içerisinde zorlaşmakta ve eşler zaman içerisinde yaşadıkları kızgınlık, endişe, korku ya da kırgınlıklarla başbaşa kalmaktadırlar.
Tedavi döneminde, fiziksel müdahaleler ve tetkikler sırasında bireyleri en önemli etkileyen konulardan biri de “beklemek” ve bu sürecin getirdiği “belirsizlik” duygusudur. Beklemek ve belirsizlik; içinde umudu barındırdığı gibi umutsuzluğu da barındırır. Her alınan başarılısonuç, çocuk sahibi olmakla ilgili olumlu bir ışığın yanmasına neden olurken, olumsuz bir test sonucu birey üzerinde tam tersi bir etki yaratabilmektedir. özellikle, bekleme sürecinde psikolojik destek sağlanması bu dönemin daha rahat geçirilmesine katkıda bulunur.
Ne Zaman Psikolojik Destek Almalıyım?
Kısırlık tedavisi gören her çiftin tedavi döneminde duygusal açıdan kendini iyi ya da kötü hissettiği zamanlar olabilir. Zaman zaman endişeli ve huzursuz hissetmek doğal olmasına rağmen, aşağıda ifade edilen belirtilerin uzun zaman hissedilmesi ya da yaşam kalitesinin etkilendiği zamanlarda konuyla ilgili p rofe syonel yardım alınmasını gerektirebilir;
• Günlük işlere yönelik ilgisizlik, isteksizlik
• Sürekli hissedilen değersizlik, umutsuzluk ve çaresizlik duygusu
• Kendini yoğun olarak “problem” olarak algılamanın getirdiği suçluluk duygusu
• çevre baskısıyla hissedilen yoğun başarısızlık, değersizlik duygusu
• çevreyle iletişimde yaşanan problemlerin artması,
• Kısırlık dışında herhangi bir durumla ilgili düşünememek
• Eşler arasında iletişimin minimum düzeye inmesi
• Tedaviye yönelik yoğun endişe
• Dikkat yoğunlaştırmada problemler, unutkanlık
• Uyku düzeninde değişim (alışık olduğunuz miktardan daha az ya da çok uyumak)
• Yeme düzeninde değişim (alışık olduğunuz miktardan çok ya da az yemek)
• Alkol kullanımında artış
• ölüm ya da intihara yönelik düşünceler
• Sosyal ilişkilerden uzaklaşma
• Sürekli kötümserlik, değersizlik duygusu
• Sürekli kızgınlık ya da kendine acıma duygusu
Eşinizin yada sizin yukarıdaki belirtiler nedeniyle işlevselliği azalabilir ve profesyonel yardım almak konusunda kararsız kalabilir, bu durumda sizin ve yakınlarının yönlendirmesine ihtiyaç duyabilir.
Psikolojik tedavi ve destek bana nasıl yardımcı olabilir?
Tedavi döneminde alınan profesyonel yardım, uygulanan işlemlerin yaratacağı psikolojikve fizyolojik değişimlerle başa çıkılmasında çiftlere destekleyici bir ortam sunar. Süreç içerisinde alınan kararların kişinin iç dünyasında yaratacağı etkinin ortaya konmasını ve tedaviye uyumun arttırılmasını hedefler. Psikolojik destek ve tedavi, çocuk sahibi olmakla ilgili eşler arasında yaşanan problemlerin çözümünde, özellikle, tedavinin dönüm noktası olan kararların alınması sırasında ihtiyaç ve beklentilerin ortaya konmasında yardımcı olur.
Bireyin çevresinden gelecek tepkilere en duyarlı olduğu ve dikkatinin çocuk sahibi olmaya yoğunlaştığı bu dönemde yakın çevre ile etkileşimi önem kazanmaktadır. Bu dönemde sadece eşler arasında iletişim değil, yakın çevre ile sağlıklı iletişimin sağlanması hedefler arasında yer almaktadır.
Psikolojik tedavi yöntemleri nelerdir?
• Bireysel psikoterapi ve destek
Kişinin kendine ait bir ortama yoğun bir şekilde ihtiyaç duyduğu durumlarda bireysel psikoterapi, duygu ve düşüncelerin -özellikle “istenmeyen, paylaşılamayan” duygu ve düşüncelerin paylaşabileceği uygun bir ortam yaratır. Problemlerin çözümünden çok, nasıl başa çıkılabileceği konusunda destek sağlar.
• Grup psikoterapi ve destek
Çiftlerin çocuk sahibi olamamakla ilgili duygu ve düşünceleri ile tedavi döneminde yaşadıklarını paylaşabilecekleri güvenli bir ortam yaratır. Grubun yaratacağı destek, aynı zamanda çevrenin yaratacağı baskıyla başaçıkma yöntemlerinin paylaşılması, duygusal ve fiziksel açıdan bireyi zorlayan bu dönemde yalnız olmadığı duygusunu vermeyi hedefler.

 

Sperm Arama TESA, TESE

Erkek kısırlığında mikroenjeksiyonun keşfinden sonra en önemli gelişme menisinde hiç sperm bulunmayan erkeklerde uygulanan cerrahi girişimdir. Bu yöntem sayesinde umutsuz vaka olarak görülen pek çok erkek çocuk sahibi olabildi.

Üremeye yardımcı tedaviler arasında tüp bebekten sonraki en önemli gelişme mikroenjeksiyondur. İlk mikroenjeksiyonun ve bu işlemin ardından doğan bebeğin dünyaya gelmesinden birkaç yıl sonra devrim yaratan cerrahi sperm arama işlemi kullanılmaya başlandı. Menisinde hiç sperm olmayan bir erkeğin testislerinden ameliyatla sperm bulunması, bu spermle mikroenjeksiyon sonrası gebelik elde edilmesi tüm dünyada çocuk sahibi olması olanaksız binlerce erkek için umut oldu. Birkaç yıl sonra ülkemizde de uygulanmaya başlanan cerrahi sperm arama ameliyatları yıllarıdır pek çok çiftin kendi çocuklarına sahip olmalarının yolunu açtı.

Azospermi nedir?
Bir erkeğin menisinde hiç sperm olmaması değişik nedenlere bağlı olabilir. Bunların bir kısmı sperm kanallarının tıkanıklığına bağlıdır. Böyle bir durumda testislerde spermüretimi olmaz. Bununla birlikte varolan spermler kanallardaki tıkanıklık nedeniyle meniyle dışarıya atılamaz. Bu durumda tıkanıklığa bağlı sperm olmamasından (obstrüktif azospermi) söz edilir. Tıkanıklığa bağlı azospermi olgularında ince bir iğneyle tıkalı olan kanallara ya da testis dokusu içine girilerek küçük parçalar alınır. Bu parçalar içinde sperm bulma oranı %100’e yakın.
Tıkanıklığa bağlı olmayan durumlardaysa (non-obstrüktif azospermi) testislerde sperm üretimi ya hiç yoktur ya da belirli alanlarda çok sınırlı sayıda olur. Non obstrüktif azosperminin altında yatan neden genetik olabileceği gibi ergenlik döneminde geçirilmiş enfeksiyonlar da rol oynayabilir. Böyle bir durumda testis biyopsisi tedavide yol göstermesi açısından oldukça yararlıdır.

Cerrahi girişimde başarı oranı nedir?
Testis dokusu içinde binlerce küçük tüp benzeri yapı vardır. Bu yapılarda sperm üretimi değişik aşamalarda devam eder. Bazı tübüllerde hiç üretim olmazken bazılarında az sayıda sperm olabilir. İşte cerrahi sperm arama yöntemlerinin altında yatan mantık budur. Testisin değişik bölgelerinden alınan çok sayıda parça incelendiğinde sperm hücresi bulunabilir. TESE adı verilen bu yöntemde sperm bulma olasılığı altta yatan neden bağlıolarak %25 – 60 arasında değişir. En yüksek başarı sperm üretiminin çok azaldığı hipospermatogenez olgularında yakalanırken, genetik bozukluğa bağlı durumlarda şans en az olur.

Bir azospermi olgusunda daha önceki denemelerde sperm bulunmuş olması daha sonraki denemelerde de her zaman sperm bulunacağını garanti etmez. Ama çoğu zaman başarı sağlanır. Benzer şekilde daha önce ameliyatla sperm bulunamamış kişilerde de biyopsi sonucuna göre yeni bir denemede sperm bulma olasılığı mevcut.
Bir kez sperm bulunduğunda bunun testisten ya da meniden bulunmuş olması mikroenjeksiyonun başarı oranları üzerinde önemli bir etki yaratmaz. Bir başka deyişle spermin meniden, kanallardan ya da direkt olarak testis içinden alınması gebelik oranlarını ve sonuçlarını değiştirmez.

Cerrahi girişim nasıl yapılır?

Sperm iğneyle kanallardan alındığında bu işlem perkutan epididimal sperm aspirasyonu (PESA) olarak adlandırılır. İğneyle testsin içinden alınması perkütan testiküler sperm aspirasyonudur (PTSA). Direkt ameliyatla testisten alınmasına testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE) denir. PESA ve PTSA lolak anestezi eşliğinde yapılabilirken TESE çoğu zaman genel anestezi altında yapılır.
İşlem yaklaşık 15 – 45 dakika kadar sürer ve kişi ertesi gün büyük ölçüde normal hayatına dönebilir.
Ameliyatla sperm bulunamamsı durumunda izlenecek yol biyopsi sonucuna göre değişir. Eğer yeni bir denemede de sperm bulma şansı yoksa bu durumda sperm bankalarınabaşvurmak şu an için geçerli tek yöntem. Ancak bu uygulama ülkemizde yasal olmadığından çiftlerin yurtdışındaki merkezlere başvurmaları gerekir. Öte yandan hastaların önemli bir kısmında yeniden deneme için umut verici sonuçlar elde etmek mümkün. Böyle bir durumda birkaç ay sonra yeni bir deneme yapılabilir.

Aşılama (İnseminasyon)

Aşılama kısırlık tedavilerinde ilk uygulanan tedavi yöntemlerinden biridir.
Kısırlık Latince adı ‘artificial insemination’ demektir.Aşılama yöntemi kadına verilen hap ya da iğnelerle her ay kendiliğinden oluşan bir adet yumurtanın sayısı iki ya da üçe çıkarılırken, erkeğin spermleri de özel bazı yöntemlerle yıkanıp hazırlanır.
Erkekten alınan spermlerin hareketli olanları küçük bir hacimde yoğunlaştırılmış olur.Kadına verilecek çatlama iğneleri ile yumurtaların çatlama zamanı da ayarlanarak hazırlanmış olan spermler rahim içersine özel bir plastik kanül yardımıyla bırakılır ve rahim içerine bırakılan spermlerin en hareketli olanlarının kadın yumurtasına ulaşmaları beklenilir.
Aşılama işlemi için kadında en az bir kanalın/tüpün açık olması şarttır. Dolayısıyla aşılama işleminden önce rahim filmi çekilmesi gereklidir.
Eğer erkeğin spermlerinin sayı ve hareketi çok düşük ise aşılamadan beklenecek fayda çok azdır.Bu sayı ve hareket konusunda tam bir fikir birliği olmasa da genellikle kabul gören görüş erkeğin spermlerine yıkama işlemi uygulandıktan sonra ileri doğru hareketli sperm oranının en az mlde 1 milyonun üstünde olması gerektiğidir.

 

Varikosel

Varikosel Nedir?

Eşlerini gebe bırakamayan erkeklerde en sık rastlanan anormalliklerin başında varikosel gelir. Testislerden kirli kanı taşıyan damar sistemindeki genişlemelere, Pampiniform pleksus yani varikosel adı verilir.
Varikosel ile kısırlık arasındaki ilişkiyi birçok değişik açıdan incelemekte yarar var.

Varikosel gözle görülebilir, elle hissedilebilir veya Doppler ultrason incelemesi ile saptanabilir. Doppler ultrason ile saptandığında subklinik varikosel adı verilir. Mağdur olan erkeklerde kısırlık dışında en belirgin yakınma kronik kasık ağrısı ve baskı hissidir. Bugün için sadece gözle görülen veya elle hissedilen varikoselin önemli olduğu kabul edilir.


Varikosel görülme sıklığı

Daha önce eşini gebe bırakmış olan erkeklerin %20’sinde varikosel bulunur. Kadının normal olduğu kısır çiftlerde ise görülme oranı %35 – 40 civarındadır. ABD’de askere alınan genç erkeklerin %20’sinde klinik varikosel görülür. Bu erkeklerin daha sonraki uzun dönem takiplerinde varikoseli olan ve olmayanların eşlerini gebe bırakabilme oranlarında farklılık saptandı. Varikoselin nasıl kısırlık yaptığına dair herkes tarafından kabul gören bir teori yok. Mağdur olan erkeklerin menilerinde stres paterni adı verilen sperm morfolojisi ve hareket bozukluğu görüldüğü söylense de, benzer bozuklukların mağdur olmayan erkeklerde de görülmesi bu bulgunun önemine gölge düşürdü.

Varikoseli olan erkeklerde sperm sayısı hareketliliği ve yapısal özelliklerle olmayan erkeklerdeki oran karşılaştırıldığında, aradaki fark çalışmaların tamamında görülemedi.

Tedavi yöntemi nedir?

Varikoselin bugün için tedavisi cerrahidir. Mikrocerrahi ile spermatik ven ligasyonu adı verilen bir operasyonla genişleme gösteren damarlar bağlanır. Bu operasyon endoskopik olarak yapılabileceği gibi radyolojik embolizasyon (radyolojik kontrol altında genişleyen damarı tıkayan bir madde enjekte edilmesi) teknikleri de kullanılabilir. Tekniklerin birbirleriyle karşılaştırmalı çalışmaları olmadığından hangisinin daha üstün olduğu konusunda kesin bir görüş birliği yok.

Tedavi ne kadar yararlı?

Genel olarak ürologlar arasında kabul gören görüş subklinik varikosellerin (Doppler ultrason ile saptanan vakalar) tamirinin herhangi bir faydası olmadığı şeklinde. Klinik yani elle hissedilen veya gözle görülen varikosellerin özellikle kornik kasık ağrısı veya baskı hissiyle beraber olanlarının ve genç yaşlarda görülen varikosellerin tedavi edilmeleri konusunda görüş birliği mevcut.

Semen parameterleri bozuk (sperm değerlerinde anormallik olan) kısır erkeklerde tedavi ürologlar tarafından yaygın olarak yapılır. Buna karşın androloglar ve jinekologlar bu tarz varikosellerin tedavisinin yararlı olup olmadığı konusuna daha şüpheci yaklaşır.

Yapılan kontrollü çalışmaların topluca irdelenmesinde, varikosel tamiri yapılan ve yapılmayan erkeklerin eşlerini gebe bırakabilme şanslarında herhangi bir değişiklik olmadığı gözlendi. Özellikle azospermi (meni örneğinde hiç sperm bulunmaması) veya şiddetli oligospermi (sperm sayısı 0 olan veya ml’de 1 milyonun altında olan erkekler) olgularında varikosel tamirinin anlamı yok. Sperm sayısı 5 milyonun üzerinde olan, kadının genç olduğu ve kısırlık süresinin kısa olduğu olgularda ise tedavi düşünülebilir.

Ameliyat sonrası tekrarlayan varikosellerde, ikinci bir operasyon hastanın yakınmaları olmadıkça yapılmaz. Sonuç olarak bugün varikosel, özellikle kısır çiftlerde çok fazla ve çoğu zaman gereksiz teşhis edillen ve gereksiz yere tamir edilen bir olgu. Varikosel ile kısırlık ilişkisinin tam netleşmemesi ve tedavinin fayda göstermemesi nedeniyle, varikoseller bugün için kısırlık araştırmasında rastlanılan tesadüfi bulgular olarak değerlendirilir.